Mustafa Öztürk’ün Dediği Gibi
“Kur’ân Gelmeseydi, Durum -Hâşa- Daha Kötü Olmaz mıydı?!”
Mustafa Öztürk’e ait kesitlerde yer alan iddialara dair cevaplar serîsi, başlıkta yer alan ifadelere aklî ve naklî cevaplar verilen, iki bölümden müteşekkil bir serî ile devam ediyor. Önceki reddiyenin bölümleri:
1- Rahmân Olan Allah Lânet Eder mi? Allah’ın Lânet veya Bedduâsı Ne Anlama Gelir?
2- Allah Teâlâ’yı ve Kitabını Beğenmeyenler!
3- Yunan Efsanelerinden Hareketle Allah ve Resûlü’ne Büyük İftira!
4- Allah Teâlâ Sevmez ya da Gazap Etmez mi?
5- Rahmet ve Merhamet Allah Teâlâ’ya Yakışmaz mı?
6- Övünmeyi Yasaklayan Allah Teâlâ Kur’ân’da Neden Övülüyor?
7- Sorgulama mı Yoksa Allah ve Rasûlü ile Muharebe mi?
*- Kur’ân Gelmeseydi, Durum Daha Kötü Olmaz mıydı?
*- Şifâ Olan Kur’ân, Kendisiyle Sapıtanlara Neden Şifâ Olmuyor?
Besmele, hamd ve salat u selamdan sonra…
Malum içinde bulunduğumuz zaman ve zeminde din âlimleri, sahabe ve hatta Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, çetin muharebelerle devre dışı bırakıldıktan sonra, sıra Kur’ân’la ve onu gönderen ile harp etmeye geldi. Türkiye’deki Müslüman çocuklarına, Kur’ân’ı, mecburi istikamet kılman resmi yoldan anlatan ve açıklayanlardan biri olan Mustafa Öztürk isimli vatandaş, şimdi de medyada neşrettiği kısa ama çok şeyi anlatan bir videosunda bakın Allah ile nasıl savaşıyor! Kısacası O, Kur’ân gelmeseydi, durum şimdikinden daha kötü olmazdı diyor.
Öztürk Diyor ki:
Bir de şunu söyleyelim. Arkadaşlar benim şahsi kanaatim şudur: İyi kötü İslam’ın ahlaki tarafını, değer tarafını taşıyan unsur, metinden bağımsız olarak bize intikal etmiştir. Geleneğin taşıyıcılığı vasıtası ile biz İslam’ı şu anda az çok hayatımıza katar halde yaşıyoruz. Hakikaten bir anda bu kültürel hafızamızı resetleseler, bize bugün bomboş bir tabula rasa (boş levha) gibi önünüze koyulmuş bir alan var. İşlenen kitaplar önünüzde. Alın İslâm’ı; yeniden, sıfırdan, katışıksız, gelenekteki bütün tortularından arındırılmış o ar koyun, icat edin deyin. İnanır mısınız? Tahmin bile etmek istemiyorum. Yani bu açıdan baktığımızda kışkırtıcı bir cümle söylemek istiyorum. Lütfen mazur görün. Kur’ân-ı Kerîm hitap olarak bize gelmekle iyi mi oldu diye bazen kendimi alamıyorum. Yani hakikaten gelmeseydi bundan daha mı kötü bir durumda olurduk, diye düşünüyorum. Ben kötü durumda olabileceğimiz kanaati taşımıyorum.
Diyoruz ki:
Bunlar, ne tarafından tutsanız dökülen, her bakımdan süfli ifadeler… Dibi başı olmayan yahut oynayan cümleler…
Öyle ki:
Bir: Öztürk’ün ‘iyi kötü’ dediği, ‘İslâm’ mı, ‘İslam’ın ahlâkî tarafı, değer tarafı’ olan ‘unsur’ mu, yoksa ‘İslâm’ın ahlâkî tarafım, değer tarafım taşıyan unsur’un onun ‘bize’ dediği’ kimselere ‘intikal etmesi’ mi? Öyle bir cümle kurmuş ki, kafası fazla çalışan bir İslâm ve Kur’ân düşmanı tarafından sarf edilmiş olabilir.
Mümine göre İslâm, asla iyi kötü olamaz; mutlak olarak sadece iyi değil her şeyden iyidir. Keza, İslâm’ın ahlâkî tarafı, değer tarafı dahi iyi kötü diye sıfatlanamaz. Bir milim kadar fazla olamayacak şekilde yücelikte ve zirvede iyidir. En zayıf bir imana sahip kimseye göre onlarda kötülük aranmaz ve bulunmaz. İslâm’ın veya ahlâkî değerlerinin müminlere intikali de en mükemmel bir seviyede tahakkuk etmiştir.
Öztürk’ü ve yoldaşlarını iyi bilemem. Ancak onların İslâmî müktesebatlarına ve görünen ahlâkî vaziyet ve hâllerine bakılacak olursa, İslâm ve İslâm ahlâkı hakkındaki bilgiler onlara iyi kötü değil, çok ama çok kötü bir şekilde intikal etmiştir. Dışarıdaki İslâm düşmanları tarafından imal edilip memleketimizin evladının dinsiz hâle getirilmesi için bize ihraç edilen, bizdekilerin de ithal edip derhal resmiyet damgası vurdukları İthal İslâm’ın iyi değil kötü olduğu akıllılara malumdur.
Kimse kusura bakmasın ve bana sen de onun, içip kafayı çekenin hezeyanından ileri gitmeyecek seviyedeki kurduğu bir cümlesini ciddiye alıyor ve üzerinde gramer tahlilleri yapıyorsun demeye kalkmasın. Evet, bana bunu söyleyecek olanlar, bir noktaya kadar haklı olsalar bile, birilerinin şunları hangi mertebelerde gördüklerine de bakmaları lâzım geldiğini unutmamalıdırlar.
İki: Öztürk’ün gelenek dediği, şayet İslâm’ın bizzat kendi kanallarından gelen Sünnet yani İslâm yahut İslâm ahlâkı ise, yine bunlar imansız olmayanlara göre asla kötü değil, tam aksine en yüksek seviye ve mertebede iyidirler. Ecnebi kanallardan kirlenerek gelmiş iseler elbette ki iyi değil, kötüdürler. Ancak Kur’ân ve Sünnet’in selef ve imamları tarafından yapılan tatbikinin/pratiğinin İslâmî kanallardan gerçekleşen doğru intikali ise yine kötü değil, en iyidir.
İslâm düşmanlarının ve İslâm dışı felsefe ve sistemlerin kaynaklarından intikal etmiş ise tabii ki katıksız bir iftira olup iyi değil, son derece kötüdür. Keza bu gelenek, dil incelikleri yahut kıyaslar ile Kur’ân’dan ve Sünnet’ten çıkarılan içtihatlara dayanıyor ise bakılır: Bu işi kifayet miktarda imanı, İslâm’ı ve Allah korkusunu taşıyan ilim sâhipleri yapmış ise kötü değil, iyidir. İslâm düşmanları, İslâm dışı felsefe ve sistemlerin beslemeleri yahut günahkâr veya cahil Müminler tarafından yapılmış ise elbette ki kötüdürler. Hâsılı, işin mahiyetini müspet veya menfi diye tayin edecek olan, bu geleneğin kimlere ait olup olmadığıdır.
Üç: Öztürk, kendilerine intikal ettiğini söylediği geleneğin alındığı takdirde Kur’ân’m hiçbir mana ifade etmeyeceğini söylerken ne demek istiyor, açık değil mi? Evet, başta Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı birinci kuşak selef, sonra ikinci ve hatta üçüncü kuşak selef tarafından Kur’ân’ın tatbik edilmesi onun daha iyi ve teferruatlı anlaşılmasının sebeplerinden bazılarıdır…
Keza bu gelenek dediği ile nasların derinliklerinden, diğer âyetler, hadisler ve dil kaideleri istikametinde çıkarılan ve tayin edilen ikinci, üçüncü ve daha sonraki mertebede manalar ise yahut kıyaslarla elde edilen hükümler kastediliyorsa, bunlar da Kur’ân’ın aslına nispetle tâli hususlardır.
Tamam, birtakım mücmel, mübhem, müşkil ve sair bir nispette izaha muhtaç olan noktaların açıklık kazanması bunlarla da alakalıdır; lâkin aslın hiçbir mana ifade etmeyeceğini iddia etmek ya cahillikten yahut hainlikten haber verir. Kabul, ona inanmayanlar, cahil ve beyinsizler ondan asla bir şey anlayamazlar; ancak bunu müminlere, akıllılara ve ilim erbabına da teşmil etmek ayrı bir cahillik ve idraksizlik veya kötü maksatlı olma mahsulüdür. Kur’ân’dan, ahlâk, hukuk cezâ ve şâir hususlarda kısa, toplu ve sathî de olsa nice asli manalar anlaşılır.
Dört: Dolayısıyla ‘kültürel hafızamızı resetleseler,bize bugün bom boş bir tabula rasa (boş levha) gibi önünüze koyulmuş bir alan var’ gibi ifadeler cahilce yahut haince laflardan başka bir şey olamaz. Sünneti, istinbat, kıyas ve başka yollarla yapılan içtihatları, nasların serbest saha olarak bıraktığı yerlerde teşekkül eden örfleri iptal edecek olursanız elbette çok büyük sıkıntılar doğacaktır. Ama bu asıl metnin silinmiş boş bir levha halini alacağı manasına asla gelmez. Böyle bir iddia sahibini, sadece akıl ve idrak yönünden baştan sona bir tabula rasa haline gelmekle de ifade edemeyiz. Onun tahtasının üzeri, müspet unsurlardan boş kalsa da her çeşit kirliliklerle ve atıklarla doludur dense yeridir.
Beş: Öztürk’ün burada anlatmak istediği, Kur’ân’ın daha iyi anlaşılmasında o kültür dediği unsurların lüzumu değil, ona göre müspet veya menfi dolgu maddeleri bulunmadığı takdirde hiçbir manasının bulunmayacağıdır. Ona göre -haşa- saçma ve uydurma bile olsa, bir koltuk değneği olmadan asla ayakta duramayacağını iddia ediyor.
Altı: Sonra Öztürk, gelenekteki bütün tortularından ifadeyle neyi anlatmak istiyor, hangi tortudan söz ediyor? Kur’ân’ın anlaşılmasını tortu dediği unsurlara dayandırıyor. Şayet ne dediğinin farkındaysa belli ki, her şeyi tortu olarak görüyor.
Yedi: Öztürk bu zırvalarıyla nereye gelmek istediğini sonunda şu cümleleriyle açıkça ortaya koyuyor:
‘Kur’ân-ı Kerîm hitap olarak bize gelmekle iyi mi oldu diye bazen kendimi alamıyorum. Yani hakikaten gelmeseydi bundan daha mı kötü bir durumda olurduk diye düşünüyorum. Ben daha kötü durumda olabileceğimiz kanaati taşımıyorum ’ diyor.
Öztürk daha mı kötü ifadesiyle, evvela Kur’ân geldiği hâlde durumumuz kötüdür diyor. Sonra da gelmeseydi, daha kötü olmayacağı kanaatini taşıdığını beyan ediyor. Bütün bunlardan, onun Kur’ân gelmeseydi kötülüğün ya aynı seviyede olacağı yahut daha az bulunacağı veya hiç kalmayacağı ve vaziyetin iyi hale geleceği inancını taşıdığı anlaşılmaktadır.
Devamı için tıklayınız…
Mustafa Öztürk’e ait videolarda yer alan iddialara dair cevaplar serîsi; “Şifâ Olan Kur’ân, Kendisiyle Sapıtanlara Neden Şifâ Olmuyor?” başlıklı bölümle devam ediyor. Reddiyenin devamına buradan ulaşabilirsiniz.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin