9. Osmanlı’da Hadis ve Tefsir
Ankara İlahiyatın Tasavvuf kürsüsü öğretim elemanlarınca neşredilen Tasavvuf dergisinin oldukça kabarık hacimdeki son sayısında, Prof. Dr. Süleyman Uludağ ile yapılmış bir söyleşi yer alıyor.
Bu uzun ve eğitici söyleşide Uludağ hocanın söylediği bir söz okuduğum günden bu yana beynimin bir köşesinde rahatsız edici bir tarzda dönüp duruyor.
Şöyle demiş hoca; ‘’Ben Osmanlıları severim, ama şunu daima düşünürüm altıyüz senelik iktidarları süresince Osmanlı döneminde İstanbul’da. Balkanlarda veya Anadolu’da yazılmış ciddi bir hadis kitabı yoktur. Gösteremezsiniz şöyle bu hadis kitabı yazdılar diye. Ciddi bir tefsir kitabı yok. Ebu’s-Suud Efendinin İrşâdu Akli’s-Selîm diye bir kitabı var, (doğrusu İrşâdu’l-Akli’s-Selîm olacak. E.S.) o da tamamen Kâdı Beydavî ile Medârikin mezcedilip yazılmasından ibarettir. Onun dışındaki kitaplar eskinin kopyasıdır…[1]
Hocanın ilmine, birikim ve vukufiyetine saygılıyım. Ama bu genellemenin doğru kabul edilebilmesi için, sözü edilen coğrafyalardaki bütün yazmaların gözden geçirildiğine kani olmamız kaçınılmaz değil midir?
Acaba gerçekten de 6 asırlık bu uzun zaman dilimi içinde bu topraklarda Hadis ve Tefsire dair kayda değer hiçbir çalışma yapılmamış mıdır?
Mesela Sahih-i Buhârî üzerine Molla Güranin’in el-Kevseru’l-Cârî, Şeyhülislam İbn Kemal’in Şerh-i Buhârî-i Şerîf, Zeynuddln Abdurrahim b. Abdirrahman el-Hamevî’nin Feydu’I-Bârî fî Serhu’l-Buhârî, Muslihuddîn Mustafa b. Şa’bân el-Gelibolî es-Surûrî’nin Şerhu’l-Câmiü’s-Sahîh li’l-Buhârî (yarımdır), İbrahim Fıtrî el-Edirnevî’nin Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Bekr b. Ali Ferdî el-Kayserî’nin Haşiye ale’l-Buhârî, Ebû Muhammed Abdullah Hilmi b. Muhammed el-Amasî’nin Necâhu’l-Karî[2], Ebu Bekr Hasan el-Âmidî (Küçük Ahmedzâde)’nin Şerh-i Buhârî, Muhammed Râsim b. Ali el-Malatyavî’nin Kimyâu’s-Sa’âde isimleriyle yazdıkları şerh ve haşiyeler[3], es-Sâğânî’nin Meşâriku’l-Envâfı üzerine yapılan çalışma lan[4], İmam Muhammed’in el-Muvatta nüshası üzerine Pîrîzâde ibrahim b. Hüseyin b. Ahmed’in el-Fethu’r-Rahmânı, Osman b. Ya’kub b. Hüseyin el-Kemâhî’nin el-Mûheyya isimli şerhleri ve burada ismini anamadığım daha pek çok çalışmadan hiçbiri anılmaya değemez mi?
el-Beğavî’nin Mesâbîhu’s-Sünne’ si üzerine Kara Ya’kub b. Idris el-Karamânî, Muhyiddîn Muhammed b.Kutbuddîn el-İznikî, Şeyhülislam İbn Kemal, İbn Melek[5], Fadl b. Şems es Sivâsî, Şeyhzade gibi alimlerin çalışmaları, yukarıda başka örneklerini zikrettiğim Osmanlı dönemi şerh-haşiye edebiyatı içinde kendisine yer bulmuş eserler arasındadır.
Yukarıdan beri sadece örnek olması kabilinden zikrettiğim çalışmalar dışında Usul-i Hadis’e dair eserler, “Kırk Hadis” türü risaleler, ihtisar çalışmaları, Muhammed Himmâtzâde b. Hasan el-Kostantîni’nin Tuhfetu’r-Râvî fi Tahrîci Ahâdîsi’l-Beydâvîsi, Mestçizâde’nin Kitâbu’l-Mi’yâr fi Tefsîri’l-Kaadı mine’l-Ahbâfı gibi tahriç kitapları ile Ahmed Ziyâuddîn Gümüşhânevî’nin Râmûz’u gibi derleme (cem) çalışmaları bulunduğuna işaret etmekle yetinelim.
Bir noktayı daha tebarüz ettirelim: Osmanlı dönemini düşünürken, bugünkü ulus devlet sınırlarını itibara almadan hareket etmek zorundayız. Tıpkı Osmanlı öncesinde olduğu gibi, doğal olarak Osmanlı döneminde de ulemanın ilmî, siyasî vb. sebeplerle Osmanlı hakimiyeti altındaki geniş coğrafyada ve hatta Osmanlı hakimiyeti dışında kalan ülkelerde yer alan ilim merkezleri arasında hareket halinde bulunmuş olması normaldir. Bir diğer deyişle, Anadolu’da doğduğu halde bilahare Mısır, Hicaz gibi bölgelere, ya da Balkanlar’da doğup ilk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra İstanbul’a veya başka yerlere giderek buralarda yerleşmiş ve eserlerini de buralarda vermiş pek çok alimi yukarıda sözünü ettiğim “ilmî seyyaliyet” göz önünde bulundurulduğunda- Anadolu, İstanbul veya Balkanlar’da olmasa bile “Osmanlı dönemi alimi” olarak görmek en doğrusu olsa gerektir.
Fîrûzâbâdî, eş-Şerîf Abdürrahîm el-Abbâsî, Molla Gürânî (her üçünün de Buhârî şerhi vardır), Muhammed Emin eş-Şirvânî, eş-Şihâbu’1-Hafâcî, müfessir Seyyid Mahmûd el-Âlûsî, Abdülazîz Çâvîş… örneklerinde olduğu gibi bu hareketin kimi zaman da tam tersi istikamette seyretmiş olması (başka yörelerden geçici veya kalıcı olarak İstanbul’a gelmiş olmaları) bu hususu teyit etmektedir.
Bu bağlamda Sivas, Van, Mardin, Antep, Konya… gibi şehirlerden çıkmış “Anadolu kökenli” ve Üsküp, Manastır, Şumnu, Filibe, Alasonya, Gümülcine… gibi yerlerden çıkmış “Balkan kökenli” pek çok isim, bilahare bu topraklar dışına gitmiş ve eserlerini / hizmetlerini başka yerlerde vermişlerdir.
Osmanlı döneminde Hadis, Tefsir vd. alanlardaki çalışmalara Anadolu coğrafyasıyla sınırlı bir pencereden bakmanın, dönemin ilmî fotoğrafını çıkarmak bakımından sağlıklı sonuçlar veren bir tutum olduğunu söylemek zordur.
Şöyle de diyebiliriz: Bir an için bu dönemde Hadis veya Tefsir sahasında Anadolu’da veya İstanbul’da kayda değer herhangi bir çalışma yapılmadığını kabul etsek bile-ki bunun mutlak anlamda söylenemeyeceğini, örnek söylemektedir- o zaman bu cevapta en azından bir “eksiklik” bulunduğunu söylemek zorundayız…
Aynı tespitler dönemin Tefsir çalışmaları için de çerlidir. Şu farkla ki, kaynakların tetkikinden anlaşılacağı gibi Osmanlı uleması, müstakil tefsir yazmak yerine –ki bu konuda da hiçbir çalışma olmadığını söylemek doğru değildir- genellikle daha önce yazılmış tefsirlere ta’likât ve haşiyeler, ya da belli surelere mahsus “kısmî tefsir”ler yazmayı tercih etmişlerdir. (“Alt tarafı haşiye değil mi’’ demeyin. Zira bunlar içinde ciltler tutarında olanlar vardır; Ebu’l-Fidâ İsmail Konevî Efendi’nin 7 ciltlik Beydavî haşiyesi gibi.)
Ancak bu durum, söylediğim gibi, bu dönemde hiçbir şekilde müstakil tefsir çalışması yapılmadığını söylemeye yetmez. Ebussuûd tefsiri elbette dönemin medar iftiharıdır. (Uludağ Hoca, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm’in, Kadı Beydâvî ile Medârik’in mezcedilip yazılmasından ibaret olduğunu söylüyor ki bu bir zühul olsa gerektir. Zira en-Nesefî’nin Medâriki de onun kaynakları arasında bulunmakla birlikte bu tefsirin en önemli iki kaynağı ez-Zemahşerî’nin el-Keşşâfı ile Kadı Beydâvî’nin Envâru1 Tenzilidir.)
Onun dışında Hacı Paşa, Kutbuddîn İznikî, Şeyh Bedrettin, Alâuddîn es-Semerkandî, Molla Gürânî, Ni’metullah Nahcivânî, Şeyhülislam İbn Kemal (tefsiri yarımdır), İsmail Hakkı Bursevî, Eşrefzâde İzzeddin Ahmed Efendi, Molla Halil Siirdî, el-Âlûsî… gibi isimler dönemin müstakil tefsir müellifi olarak anılması gerekenlerden birkaçıdır.
Hasılı Osmanlı döneminde kaleme alınmış yazmalar (en azından kayda değer olanlar) ciddi bir şekilde taranmadan nerelerde ne tür çalışmalar yapıldığını ve hangi alanlarda bir zayıflık/eksiklik bulunduğunu kesin bir dille ifade etmekten kaçınmak gerektiğini düşünüyorum.
Ayrıca burada şu soru da anlamlıdır: Osmanlı döneminde Hadis ve Tefsir çalışmalarının –bazı coğrafyaların yeterli düzeyde olmadığını söylemek doğruysa, bu kanaat diğer sahalar (örneğin Fıkıh, Kelam vs.) için neden geçerli olmasın? Söz konusu eksikliği dile getirirken esas alınan kıstas neyse, onu diğer alanlar için de geçerli kaimi etmemek için elimizde nasıl bir gerekçe olabilir? Bu ise bizi -kaçınılmaz olarak- Osmanlı döneminde İstanbul, Anadolu ve Balkanlar’da İslamî ilimlerin hiçbir dalında kaleme alınmış ciddî bir kitap bulunmadığı sonucuna götürecektir. Genelleme işte…
(İş bu reddiye Muhterem Ebubekir Sifil Hocaefendi’nin İslâm Ve Modern Çağ isimli kitabının 1. Cilt, Sekizinci Bölüm / Geçmiş Zaman Sayfaları Bölümü; 183, 184, 185, 186 ve 187. Sayfalarından dijital ortama aktarılmıştır.)
————————————————————-
[1] Tasavvuf Dergisi Eylül / Aralık 2001, 71
[2] Bu zatın Sahîhu Müslim üzerine de İnâyetu’l-Mun’im adlı bir şerhi vardır. Bkz. el-Kevserî, et-Tahriru’l-Vecîz, 37.
[3 ] Prof. Dr. Kemal Sandıkçı’nın Sahîh-i Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar adlı kitabında daha fazla malumat bulunabilir.
[4] Bkz. Keşfu’z-Zunûn, II, 1688, 90.
[5] Muhammed b. Abdillatîf. Bu zatın babası olan Abdüllatîf b. Abdilazîz de “İbn Melek” diye anılır ve yukarıda adı geçen Meşârık’a şerh yazanlardandır.
Yorum
Reblogged this on kaskelli's Blog.
Yorum Ekleyin