Mustafa Öztürk’e ait kısa bir kesitte yer alan iddialara dair cevaplar serîsi, “Övmeyi Yasaklayan Allah Kur’ân’da Neden Övülüyor?” başlıklı 6. bölümle devam ediyor. Reddiyenin daha önce yayımlanan bölümleri:
1- Rahmân Olan Allah Lânet Eder mi? Allah’ın Lânet veya Bedduâsı Ne Anlama Gelir?
2- Allah Teâlâ’yı ve Kitabını Beğenmeyenler!
3- Yunan Efsanelerinden Hareketle Allah ve Resûlü’ne Büyük İftira!
4- Allah Teâlâ Sevmez ya da Gazap Etmez mi?
5- Rahmet ve Merhamet Allah Teâlâ’ya Yakışmaz mı?
6- Övünmeyi Yasaklayan Allah Teâlâ Kur’ân’da Neden Övülüyor?
7- Sorgulama mı Yoksa Allah ve Rasûlü ile Muharebe mi?
*- Kur’ân Gelmeseydi, Durum Daha Kötü Olmaz mıydı?
*- Şifâ Olan Kur’ân, Kendisiyle Sapıtanlara Neden Şifâ Olmuyor?
Diyor ki:
Ve bizim müfessirler şunu söylüyor: Kuluna övünmeyi yasaklıyor. Övüngen tipleri gördüğümüzde meddahları, yalakaların yüzüne toprak saçın diyor. Resûlullah ama Allah da ha babam de babam övünüyor. Bunu hem ateistler gündeme getiriyor hem de bizim ulema onlardan önce tartışmış. Bu ateistler de çok bir şey bulduk zannediyorlar. Bizim kaynaklar, bu Eski Ahit’in vaiz kitabının başında bir cümle vardır. Hazreti Süleyman’a izafe ediliyor o vaaz kitabı. Bu gök kubbenin altında yeni diye şey yoktur arkadaşlar. Her şey konuşulmuş, tartışılmış.
Diyoruz ki:
Öztürk cahilliğine ve idraksizliğine rağmen müfessirlere çamur atmaya kalkıyor…
Öyle ki:
Bir: Allah kullarına övünme işini, onlar eksik, kusurlu oldukları ve bunu hak etmedikleri için yasakladı. Onda ne varsa?! Rabbimiz ise, Türkçedeki kullanılmasından anlaşıldığı gibi hiçbir zaman hak edilmeyen bir tefahür ve böbürlenme manasında bir övünme ile övünmüyor. Sadece kusursuz, ayıpsız, zatı ve her bir vasfı ile kendine yakışır bir mahiyette nihayetsiz büyük olduğunu haber veriyor. Bunu da hakkı olduğu için yapıyor. Kime ne?
İki: Ateistler Allah’ın zatının var olduğunu kabul etmedikleri için sıfatlarını ve dediklerini kabul etmiyorlar. Bütünüyle yalan ve uydurma olduğuna inandıkları bir metni tartışma mevzuu yapabiliyorlar. O yüzden bunda kendi mantıkları içinde kısmen tutarlı olabilirler. Ama bunu yani Allah’ın zatı ve sıfatlarıyla en büyük ve övülmeye en layık, hata tek layık olduğunu müfessirler asla tartışmamışlardır. Müfessirler bunu tartıştılar demek, onlara yapılan düşük bir yakıştırma ve adi bir iftiradır. Onlar, sadece bunun hikmetini, bilhassa hepten deli olmayan geri zekâlıların gözüne sokmak için araştırmışlardır.
Üç: Doğru, her şey konuşulmuştur. Ancak hakkın da batılın da taraftarları ayrıdır. Batılı, şeytan ile dostları söylemiş ve sahiplenmişlerdir. Hakkı da Allah, Resulleri ve Müminler söylemişlerdir, kul olmayı kabul eden kullar kabullenmişlerdir. Müminler, hiçbir zaman, Allah’a ve Resulüne itiraz etmemişler ve Öztürk gibi Onları mahkeme edip mahkûm etmeye ve Onlara din öğretmeye kakmamışlardır ve kalkmazlar.
Diyor ki:
Fakat ben şöyle düşünüyorum şimdi: Elhamdülillah. Rabbi’l-Âlemîn (اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ) ayetini şöyle yorumladım ben. Müşriklere Resûlullah dönüyor diyor ki: Sizi, sizin de içinde bulunduğunuz bütün âlemlerin efendisi, sahibi, seyyidi, maliki olan yani Rabbi olan Allah’ı övmek dururken; siz kim oluyorsunuz, ne cüret ile ne işe yaradığı belli olmayan, ne idüğü belli olmayan, kendine hayrı olmayan birtakım saçma salak varlıklara Tanrılık yakıştırıp onlara övgüler, methiyeler düzüyorsunuz. Bu tevhid ayetidir. Eğer birisi övülecekse, birisine hamd ü sena edilecekse sizi de, bizi de, bütün âlemleri de yaratan onların tek gerçek sahibi olan Allah’a hamd edilmelidir. Resullullah’ın beyanı işte. Çünkü Allah’tan vahiy tevhid olacak. Zerre kadar bu konudan taviz verilmeyecek vahyi geldi. Resullullah tevhidi bazen (فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ) diye anlatmış. Bazen “Elhamdü lillahi Rabbi’l-Âlemin (اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ) demiş, (سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ) demiş. Tevhidi farklı farklı şekillerde ama tevhidi anlatmış. İşte mana vahyi tevhittir. Tevhid doktrininden asla ödün verilmeyecek. Allah rubûbiyeti ile ulûhiyeti ile yegâne mabuddur. Dön dolan bunu anlat. Ya Resûlellâh bunu anlatmış işte.
Diyoruz ki:
Burada bazı batıl ve saçma sapan sözlerin arasına serpiştirilen doğrular da var…
Öyle ki:
Bir: Evet, bütün medihler ve övgüler sadece Yaratan’a aittir. Şükürler ve teşekkürlerin tamamı yalınız Ona hastır. Bunların hepsini hak eden tek O’dur… Ancak yarattıklarının içinde bir parça övülecekler yahut övülecek yanları bulunanlar yok mudur? Hele Rabbimizin övdükleri… Allah’a karşı temize çıkarmayacak şekilde ve görünen hale bakarak, İlâhî ölçülere iyi ve güzel yanları olanları, o taraflarıyla gördüğüm ve bildiğim kadarıyla deyip övemeyecek miyiz? ‘Hayır, olmaz’ diyenler çıldırmışlardır, aptallardır. ‘Evet’ denilecekse, o halde ortaya büyük bir tezat çıkmıyor mu? Hem çıkıyor, hem de çıkmıyor. Bu nasıl olur, bu son cümlede açık bir tenakuz yok mu?
Hayır, asla yok. Gözetilecek takdirlerin farklı olması hâlinde her iki hüküm de pekâlâ doğru olur. Görmüyor musunuz, bizim Muhammed’imiz (çokça övülen) ve Ahmed’imiz (en çok övülen) var ya!,. Tenakuzun bulunmaması nasıl mı olacak?
Şöyle:
Allah’ın övülmeyi hak etmesi, mutlak, yani her bakımdan ve sebeplerin de kendinden olduğu için en üst seviyededir, ne kadar övülse yine de azdır. Resullerin ve meleklerin de her bakımdan ve kemal mertebededir. Ancak medih sebeplerinin kendilerinden değildir. Allah’tan olması sebebiyledir. Asla Allah ile kıyas edilmeyecek bir şekildedir. Kulluğun son noktasında biten, ilâhlık mertebesi sınırında sona eren bir miktarla sınırlıdır. Diğer kulların ve eşyanın övülme sebebi ise mutlak olmadığı gibi yine başkasından, yani Allah’tandır. Peygamberlik rütbesinin başında son bulacak bir keyfiyettedir. Öyleyse yaratılanlardaki övülme esbabının tamamının sahibi Allah’tır… Görülen nimetlerin karşısında yapılacak teşekkürlerin tamamı da onların asıl sahibi olan Zata aittir. Nimetlerin sebep ve vesilelerine yapılacak teşekkürler ve nankörlükler de onların hakiki sahiplerine teşekkür ve nankörlüktür.
Sonra, Peygamberlerin dışında da övülmeyi kemal mertebede hak eden kâmil ve ekmel zatlar vardır, Ancak, onların bu kâmil ve ekmel oluşları sebebiyle övülmeyi kemal mertebede hak edişleri İlâh da Peygamber de olmayan Müminlere nispetledir. Hatta Sahabeden olmayan kimselerin kemalleri bile Sahabi oluşun başladığı noktadan aşağısıyla sınırlıdır.
Evet, Sahabenin, diğer kâmil ve ekmel Müminler üzerinde -bazen bir takım hasletlerde cüzi meziyetleri bulunmasa bile- külli meziyetleri mevcut olabilir. Bu kâmillere ve hatta kullardan sıradan kimselere -onlardan, sebep olma yoluyla gelen nimetler için- teşekkür etmek de hakikatte Allah’a yapılmış olur.
Sünnet inkârcısı insanlığını yitirmiş alçaklardan olmayan Müminler için bir nakletmek istiyoruz: Mutlak olarak en üstün ve en güzel kul ne güzel buyurmuş: ‘İnsanlara teşekkür etmeyen (nankörlük yapan), Allah’a da teşekkür etmemiştir (nankörlük yapmıştır)… (Ahmed, Tirmizî ve başkaları)
İki: Bir de yasak olan, müstakil, mutlak, kesin, yaranmak maksadıyla ve dünyevî menfaat icabı ve haddinden ziyade olarak övmektir. Yoksa Allah’tan başka hiçbir kimseyi ve hiçbir şeyi, hiçbir zaman, hiçbir şekilde övmek değildir. ‘O halde bendinizi (birbirinizi) temize çıkartmayınız’ (Necm:32) ‘Baksana o birbirlerini temize çıkaranlara!. Aksine Allah temize çıkartır.’ (Nisa:49) ayetleri ile ‘Sizden biriniz arkadaşını (yahut kardeşini) illa övecekse, onu şöyle zannediyorum, Allah)a karşı hiçbir kimseyi temize çıkartmam, desin’ (Buhârî, Müslim ve başkaları) hadisi ve selim akıl bunu icap etmektedir.
Üç: Putlar, Öztürk’ün dediği gibi ne idüğü belli olmayan değil, aksine Allah’ımızın buyurduğu gibi ne oldukları besbelli olan, yani hiçbir medhi hak etmeyen, ne başkalarına, ne kendilerine faydaları da, bizzat zararları da olmayan batıl varlıklardır. Ancak, Allah dururken Peygamberleri ve diğer sâlih kullarını da O’nun çizdiği müsaade ettiği dairede överiz. Peygamber olanları, onlara ilâhlık payesi vermeden övebildiğimiz kadar överiz. Peygamber olmayan kâmil ve ekmekleri onlara ilâh ve nebi olma vasfı yakıştırmamak şartıyla, hüsnü zannımız ölçüsünde ve onlara zarar vermemek ve dünyalık düşünceyle olmamak şartıyla istediğimiz kadarıyla överiz. Bunu yaparken de o medihlerin hakiki sahibi olan Allah’ı hiçbir zaman unutmaz, gerçekte Onu övdüğümüzün şuurunda oluruz. Zira biliriz ki, övülmeyi hak eden hasletlerin tamamım, yaratılanlara lütfuyla veren ve onların asıl maliki başkası değil, Allah’tır.
Dört: İlâhî vahiy, -Öztürk’ün bilerek veya farkında olmadan iddia ettiği gibi sadece tevhidi değil, onun icap ettirdiği hayatın en ince teferruatını bile vasıtasız yahut vasıtalı olarak anlatan bir genişliktedir. Tevhidin tali hususlarının -icaplarına göre amel edilmeleri değilse de- kabulleri ve mutlak lüzumlu görülmeleri dahi tevhidin gerektirdiği hususlardandır. O kadar ki, bunların dinden oldukları zaruri olarak bilinenlerinin tasdik edilmemeleri tevhidi yok eder. Böyle olmayan, ama yine de bir şekilde sabit olanların ihmali ise –mertebesine göre tevhidi zedeler…
Beş: Burada sadece tevhid vurgusu yapmakla korkarım ki, tek bir Yaratıcının kabul edilir gibi yapılıp nübüvvetin dolayısıyla da dinin iptal edilmesi yani deist olma ve birilerini deist yapma iblisliği işlenmektedir. Bu deistlik de ateisttik denilen Allah inkârına götürmek maksadıyla insanların önüne yerleştirilen bir sıçrama taşından başka bir şey değildir. İnsanlar biraz sonra ateist olsunlar diye şimdilik deist yapılmak istenmektedirler. Çünkü deizm otobanının ucu, ateizm uçurumuna çıkar.
Devamı için tıklayınız…
Mustafa Öztürk’e ait kısa bir kesitte yer alan iddialara dair cevaplar serîsi; Mustafa Öztürk’ün sergilediği tavrın fikrî bir sorgulama mı yoksa Allah ve Rasûlü ile harp mi olduğu konusunda değerlendirmelerin yer aldığı 7. bölümle devam ediyor. Reddiyenin devamına buradan ulaşabilirsiniz.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin