Mustafa Öztürk’e ait kısa bir kesitte yer alan iddialara dair cevaplar serîsi, sergilenen tavrın fikrî bir sorgulama mı yoksa Allah ve Rasûlü ile harp mi olduğu konusunda değerlendirmelerin yer aldığı 7. bölümle devam ediyor. Reddiyenin bölümleri:
1- Rahmân Olan Allah Lânet Eder mi? Allah’ın Lânet veya Bedduâsı Ne Anlama Gelir?
2- Allah Teâlâ’yı ve Kitabını Beğenmeyenler!
3- Yunan Efsanelerinden Hareketle Allah ve Resûlü’ne Büyük İftira!
4- Allah Teâlâ Sevmez ya da Gazap Etmez mi?
5- Rahmet ve Merhamet Allah Teâlâ’ya Yakışmaz mı?
6- Övünmeyi Yasaklayan Allah Teâlâ Kur’ân’da Neden Övülüyor?
7- Sorgulama mı Yoksa Allah ve Rasûlü ile Muharebe mi?
*- Kur’ân Gelmeseydi, Durum Daha Kötü Olmaz mıydı?
*- Şifâ Olan Kur’ân, Kendisiyle Sapıtanlara Neden Şifâ Olmuyor?
Öztürk (bir önceki bölümün girişinde kaydettiğimiz) bu zırvalarıyla nereye gelmek istediğini sonunda şu cümleleriyle açıkça ortaya koyuyor:
‘Kur’ân-ı Kerîm hitap olarak bize gelmekle iyi mi oldu diye bazen kendimi alamıyorum. Yani hakikaten gelmeseydi bundan daha mı kötü bir durumda olurduk diye düşünüyorum. Ben daha kötü durumda olabileceğimiz kanaati taşımıyorum ’ diyor.
Öztürk daha mı kötü ifadesiyle, evvela Kur’ân geldiği hâlde durumumuz kötüdür diyor. Sonra da gelmeseydi, daha kötü olmayacağı kanaatini taşıdığını beyan ediyor. Bütün bunlardan, onun Kur’ân gelmeseydi kötülüğün ya aynı seviyede olacağı yahut daha az bulunacağı veya hiç kalmayacağı ve vaziyetin iyi hale geleceği inancını taşıdığı anlaşılmaktadır. Peki, neden?
Bu sualin cevabım aramadan evvel meseleyi bir misalle daha açık ve anlaşılır kılalım. Allah Kur’ân’da Kur’ân’ın bir şifa yani hastalıklara ilâç olduğunu haber veriyor. ‘Onda şifa vardır.’, ‘Biz Kur’ân’dan şifa olanları (âyetleri) indirdik’ buyuruyor. Öyleyse, misalimiz ilaç ve onunla tedavi olmak üzerinde olsun.
Mesela Öztürk, fena şekilde hasta oldu, doktora gitti. Doktor da ona ilaç yazdı. Buna rağmen iyi olamadı, hâlâ hasta. Öztürk diyor ki: Bu ilaç olmasaydı hastalığımın bundan daha kötü olacağı kanaatini taşımıyorum.
Neden? Nereden ve nasıl anladı?
Bakacağız. Bazı sualler cevabını bulmadan doğru bir kanat hâsıl olmaz.
– Hastalığı için yazılan ilacı aldı mı, almadı mı?
Almadıysa, konuşması boşuna bir gevezelik olur.
Aldıysa…
– Onu kullandı mı kullanmadı mı?
Kullanmadıysa, yine gevezelik ediyor.
Kullandıysa…
– İlacı doktorun tarifesine göre mi, keyfince mi kullandı?
Şayet doktorun tarifesine göre değil de gelişigüzel kullandıysa yine boş konuşuyor. Hastalığı kuvvetle muhtemel daha da ilerleyebilir, hatta zehirlenerek ölebilir de.
Tarifeye göre kullandıysa.
– İlacı, doktor tarifesine göre kullanırken yine doktorun gerekli gördüğü perhizlere iyi uydu mu, uymadı mı?
Uymadıysa, tabii ki hastalıktan kurtulmaz. Henüz başına çok daha kötü bir hal gelmediğine ve hatta ölmediğine şükretsin.
Bütün bunlarla beraber, perhizlere de iyi dikkat ettiğini iddia ediyorsa…
– Bu tedaviyi, doktor murakabesi altında ve bir nice kontrollerle mi, doktora bir daha hiç uğramadan ve kontrolleri ihmal ederek mi gördü?
Doktor murakabesi ve kontroller olmadan yaptıysa, beklenmedik gelişmeler yüzünden, henüz yaşıyorsa hala yaşadığına sevinsin.
İlacı kullanmayı ve tedavisini gerektiği gibi yaptıysa ve nihayet bunları doktor gözetimi ve kontrollerle yaptıysa…
– Öztürk hastalığından kurtulup iyileşti mi, iyileşmedi mi? İyileştiyse, geçmiş olsun. Tabii olan ve beklenen de zaten buydu.
İyileşmediyse, ortadaki sıkıntı ilk başta doktorla alakalıdır. Doktor onun hastalığını ya doğru teşhis edememiş ve ona yanlış ilaç vermiş. Veya hastalığını ve ilacını bildiği halde hainlik yaparak ona kasten yanlış ilaç vermiş.
Bir mümine göre kulların her nevi hastalıklarını en iyi bilen Allah onlara Kur’ân’ı ilaç olarak göndermiştir. Peki…
– Kullar, kendilerinin hasta, Kur’ân’ın da ilaç olduğunu kabul etmişler mi, etmemişler mi?
Etmemişlerse, Kur’ân onlara ne etsin…
Etmişlerse…
– Kur’ân ilacını almışlar mı, almamışlar mı?
Almamışlarsa ve ilaç eczanede duruyorsa, ilaç onlara ne yapsın? Ölmeleri yahut hastalıklarıyla boğuşmaya devam etmeleri, mukadderdir.
Kur’ân ilacım öğrenip almışlarsa…
– Aldıkları Kur’ân ilacını kullanmışlar mı, kullanmamışlar mı?
Kullanmamışlarsa, evin köşesinde duran, içindekilerle amel edilmeyen Kur’ân ilacı onlara ne yapsın? Ölüm meleğini beklesinler.
Kullanmışlarsa…
– Bu kullanmayı, tarifeye göre mi, yani müctehidlerin ve diğer âlimlerin gösterdiği şekilde mi yaptılar, kafalarına göre gelişigüzel mi?
Kur’ân ilacını gelişigüzel yahut onu inkâr eden düşmanları oryantalistlere sorarak kullandılarsa, tabii ki iyileşmezler, aksine kuvvetle muhtemel geberirler.
Kur’ân ilacını tarifeye göre, Rabbani ilim ehline sorarak kullandılarsa…
– Kur’ân’ın yapılmasını istediği şeyler yanında yasakladığı şeylerden, İslam dışı ideolojilerden, felsefelerden, dünya görüşlerinden ve diğer batıllardan perhiz ettiler mi, etmediler mi, uzak durdular mı, durmadılar mı?
Perhizlerden uzak durmadıysalar, Kur’ân’ın, kullanılmasını istediği ilaçlar onlara fayda vermeyeceği gibi zarar bile verebilir.
– Perhizlere dikkat ettiğini, yani küfür, şirk, haram, bid’at ve benzeri şeylerden uzak durduğunu, iddia ediyorlarsa, onlarda hastalık diye bir şey kalmaz…
Şayet bizde hala hastalık var diyorlarsa, onlar ya delidirler, mükellef değildirler veya Kur’ân’ın ilaç olmadığına, sahte ilaç olduğuna inanmaktadırlar.
Deliyseler…
– O zaman ne yapsalar yerimi; çünkü mükellef değildirler…
Deli değilseler…
– Allah’ın –haşa- ya olmadığına veya varsa bile cahil olduğuna inanmaktadırlar, her iki takdirde de canları cehenneme…
Hulasa: Bir ilaç için, bu nasıl ilaçtır, şu tarafı zararlı, bu tarafı eksik, halta o bir sıçan zehridir, bununla hiç tedavi mi olur, diyenlere o ilaç ne etsin? Aynı şekilde, Kur’ân’ın şu âyeti uydurmadır, şurasında şu noksanlık vardır, şurasının zamanı geçti, kullanma tarihi sona erdi, diyebilen alçaklara Kur’ân neylesin?
Bu Mustafa Öztürk isimli vatandaşımız, farz-ı muhal Allah’ın varlığına ve Kur’ân’ın da hiç değilse bazı âyetlerinin gerçekten AlIah’tan gelme olduğuna inanıyorsa açıktır ki, Allah’tan daha bilgili olduğuna ve isabetli kararlar verebileceğine inanıyor. Onca âyetinde ilminin ve hikmetinin sınırsız olduğunu bildiren te Allah, kullar için en güzel bir rehber ve nur olduğunu haber verdiği Kur’ân’ı kullara göndermiş olmakla –haşa- zararlı yahut en azından boş bir iş mi yaptı?
Kur’ân gelmeseydi, onun dediği gibi –haşa- daha kötü durumda olmayacak idiysek, bizim için iki ihtimalden biri düşünülebilir.
Kur’ân’ın gelmemesi, hakkımızda -hâşâ- ya daha iyi olurdu veya aynı kötü vaziyette kalırdık. Gelmesinin Öztürk’e göre -haşa- iyi yahut daha iyi olmadığı kesin. Allah Teâlâ bunu -haşa- bilmeden yaptıysa, beceriksizliğiyle ve cahilliğiyle zulmeden, bilerek yaptıysa, bilerek zalimlik yapan birisi oluyor… Peki, Öztürk, neden daha kötü bir durumda olabileceğimiz kanaatini taşımıyor dersiniz? Kur’ân’ı yahut onu gönderen Allah’ı veya her ikisini -haşa- beğenemediği için, öyle değil mi?
Hâlbuki olur ki Allah, en güzel olan kitaplardan birini gönderir, ama kulların tamamı da istisnasız ona peki demeyebilir. O takdirde, kulların hal ve vaziyetlerinin kötülüğü kalkmaz veya azalmaz, hatta bazen artabilir de. Lâkin bu, Kitabın gönderilmesinin değil, kabul görmemesinin iyi olmadığını gösterir. Kitabın indirilmesinde ise, sayılamayacak kadar çok hikmet ve faydalar bulunur, ilim, irade, kudret, adalet ve hikmeti en üst seviyede olmayan bir varlık acizlik, noksanlık ve kusur sahibidir. O yüzden, bunları kemal mertebede bulundurmayan, asla ilah olamaz. Kusursuz ve ayıpsız bir Zatın kelamında ise kusur arayan aptaldır. Kusursuz bir zatın insanlara gönderdiği kusursuz kelamda da kusur ve zarar olmaz.
Doktorun hastaya verdiği faydası kesin olan bir ilacın hasta tarafından kabul edilmemesi gibi… Onun iyi mi oldu sualinin karşılığında sarf ettiği bu laflar başka bir şekilde anlaşılmaz… İyi mi oldu tereddüdüne sahip olan bir kimse, daha kötü olabileceği kanaatini taşımıyor ise, önünüzde başka bir netice kalmaz. Kur’ân’ın gönderilmesinin kötü olmasını yahut iyi olmamasını iddia etmek, Allah’ın ilim, irade, kudret, adalet ve hikmet sıfatlarının bulunmadığını veya en azında bunlarda noksanlıklar var olduğunu iddia etmektir. Bu da inkâr edilemez bir kâfirliktir.
Hâsıl-ı Meram:
Öztürk’ün video konuşmasından yazıya dökülen şu ifadelere bakılırsa, o, azılı ve amansız bir Kur’ân ve İslam düşmanıdır. Lâkin Yahudilik yahut Hıristiyanlık, Tevrat ve İncil için de aynı inancı taşıyıp taşımadığı veya ateist olup olmadığı, hiç değilse belli zekâ seviyesindeki kimselere göre çok net olmayabilir. Ancak onun bu Kur’ân ve İslam inkârcılığındaki mantıksızlık mantığı diğerlerini inkâr etmeyi de haydi haydi içinde bulunduruyor. Lâkin bu, -muhtemelen asıl hedefi olan ateizme götüren bir yol ve vasıta olacağı düşüncesiyle- onlara saha açmak maksadına da dayanmış olabilir. Hâsılı Allah’ı, yaratıcı olarak görüp görmediği hayli karışık ve bulanık…
Ne var ki o, Yaratıcıya inansa bile, bu hangi Yaratıcıdır? Her şeyin Maliki, Hâkimi ve Müdebbiri olan, her kulda ve her bir mevcutta yegâne söz sahibi Alîm, Azîz ve Hakîm olan Allah mı? Yoksa kimilerinin inandığı gibi -haşa- kulların siyaset, iktisat, talim terbiye, kıyafet, hukuk ve ceza gibi dünya işlerine karışmaya hiçbir hakkı bırakılmayan ve bulunmayan zavallı bir ilah mı?
Öztürk’e göre faraza İlah varsa bile O, -Kur’ân’ı göndermekte olduğu gibi- birçok (belki de bütün) karar ve hükümlerinde -haşa- isabetsiz davranan bir ilahtır. O hiç değilse bu hususta Öztürk’ten aşağıdadır. Kahramanımız işte böyle bir ilah inancını ve tevhidi taşıyor. Kendini, Allah’a akıl verecek bir mertebede görüyor.
Burada şunu da ifade edelim ki, Kur’ân gelmeseydi insanların hâli bugünkünden daha kötü olmazdı veya gelmesi iyi olmadı yahut gelmeseydi daha iyi olurdu kanaatlerini taşıyan sadece Öztürk değildir. Aksine, bilumum cin ve insan şeytanları, Müslüman kanına bir türlü doymak bilmeyen daha çok onunla semiren vampirler, Hristiyanlar, Yahudiler, diğer İslâm düşmanı dinsizler, deistler, ateistler, her nevi putçular ve sair imansızlar, küfür cephesinin av köpekliğinden doyumsuz zevk alan terbiye görmüş av itleri, yaptıklarını meşru ve mubah gören deyyuslar, kavatlar, namussuzlar, travestiler, kerhaneciler… Sayın sayabildiğiniz kadar…
Hepsi de Allah’tan kullara Kur’ân diye bir kitap gelmedi, o uyduruldu, faraza geldiyse bile bin bir kusurla geldi yahut geçmiş zamanın iptidai şartlarına göre geldi, şimdi artık geçer akçe olmaktan çıktı veya gelmeseydi daha iyi olurdu demektedirler. Bunlara bir de Öztürk ve yoldaşları eklendiyse, ne yapalım?
Sizin bu noktada diyecek veya diyebilecek bir şeyiniz var mı yok mu bilmiyorum. Ama benin şimdilik hasbunellah demekten ve bu yazıları yazmaktan başka bir işe gücüm yetmiyor. Allah’tan ona, yoldaşlarına ve onlara bilerek susanlara yahut gizli ve aşikâr himaye ve yardımlarıyla yürü aslanım diyenlere adaletiyle muamele etmesini, hak ettiklerini vermesini diliyorum. O, sadece zavallı bir mayın temizleme vasıtası mıdır, onu da çok iyi bilmiyorum. Öyleyse benim asıl şikâyetim, onu mayınlı tarlalara sürüp arkadan emniyet içinde yürüyüp geçen ve malı götüren kaçakçılardandır…
Son sözümüz, yine salat u selam, son duamız da «اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ»‘dir.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin