Kur’ân ve Sünnet aleyhinde konuşanların zihni-fikrî ve ideolojik durumuna yönelik tahliller ihtiva eden mukaddimenin yanında, noksan sıfatlardan münezzeh ve kemâl sıfatlarla muttasıf bir ilâha “lânet” veya “bedduâ” nispet edilip edilemeyeceğine ve Kur’ân-ı Kerîm’de geçen o tür kalıpları nasıl anlamak gerektiğine dair açıklamalara, reddiyenin ilk bölümünde yer verilmişti. İlk bölümü buradan okuyabilirsiniz.
… Hüseyin Avni Hoca Efendi, Mustafa Öztürk’ün son günlerde hayli yayılan ve bu temiz sayfayı kirletmemek ve okuyucuların sinir kat sayısını yükseltmemek için yer vermediğimiz kesitteki söylemlerini alıntılayarak cevaplarını sıralamaya devam ediyor…
Öztürk Diyor ki:
“İnsan, takat sınırları son derece kısıtlı olmasına rağmen şu lafı derler:
Tanrı, -merhametinin kat sayısı belli değil- engin merhamet ve şefkat sahibidir. Dilinden lânet eksik olmuyor. Şimdi üstadım; ben bunu Tanrı’ya nasıl yakıştırayım?! Tanrı niçin bu kadar hiddetleniyor?!”
Diyoruz ki: (İlk 4 madde, 1. bölümde yayımlanmıştı)
Beş: Ayrıca, Mustafa, birilerine, kendisi için birinci şahıs sığasıyla ben şöyle yaptım şeklinde bir haber verebileceği gibi, bazı belâgat nükteleriyle ikinci şahıs olan muhatap sığasıyla Mustafa! Sen şöyle yaptın yahut üçüncü şahıs olan sığasıyla Mustafa şöyle yaptı da diyebilir. Bunların hepsi de aslında kendinin şöyle yaptığını haber verir. Ancak her birinde ayrı bir edebî incelik vardır. Bu ifade biçimleri için Kur’ân’dan sayısız deliller getirilebilir. Ancak Kur’ân’a itimadı olmayana ondan delil getirmek mantıksızlık ve konuşmayı bilmemek olur. O yüzden âyetlerden delil getirmeyeceğiz. Başka yerlerde bulup getirdiğimiz âyetler ise onun alıp yanlış anlattıklarını düzeltmek maksadıyla olmuştur.
Altı: Bir de, birilerine, işlenmesi gereken bir işi yapmaları için şöyle yapın diyecekken kendi kendine şöyle yapayım yahut şöyle yap veya Mustafa şöyle yapsın suretinde bir inşa talebinde de bulunabilir. Bütün bunları, tecrîd veya ta‘rîz sanatları yoluyla yapabilir.
Aynı şekilde, Le‘ane, yel‘anu fiilleri lânet etti, eder manasında ihbâr olarak geleceği gibi lânet etsin manasında inşa üslûbuyla beddua olarak da gelir. Buna göre Allah Teâlâ yine laanellahu kelâmıyla tecrîd sanatı üslûbuyla böyle Allah lânet etti şeklinde bir haber vereceği gibi, Allah lânet etsin suretinde beddua da eder.
Kaldı ki benim gördüğüm ve bildiğim kadarıyla Allah bu la‘n fiilini otuzun üzerinde yerde kendisi için hep haber suretinde Allah lânet etti manasında beyan buyurmuştur. Nitekim tefsirlerde, bu ifadelerin, haber sığasıyla haber mi, yoksa yine haber sığasıyla inşa olarak beddua mı olduğu hakkında farklı görüş ve ihtimaller zikredilmektedir.
Yedi: Bütün bunlara rağmen yine de Allah lânet etmez demekte ısrar edecek olanlar, Kur’ân’da geçen laanellahu veya yel‘anü hatta lânetüllahi aleyhi gibi ifadelere beddua değil de haber olarak mana versin. Sırasıyla, Allah lânet etti, lânet eder, Allah’ın lâneti falanca kişinin üzerinde gerçekleşti desin. Gramer olarak buna bir mâni yoktur.
Keza sühkan, ta‘sen kelimeleri, haber olan amillerin mefulü mutlak’ı kabul etsin ve haber saysın.
Yine, kutile (gebertildi), demmera (helâk etti), tebbet (kurudu) desin. İkinci ve tebbe (ve kurudu) da Ebû Leheb’in ellerine değil de kendine dönsün. Nitekim tefsirlerde bu ihtimaller de var. Zorlasın kendini. Becerebiliyorsa böyle yapsın. Açıkça söylensin, yapılmak istenen nedir? İllâ da Allah’ı yahut Resûlünü yalanlamak, onlarla harp etmek mi?
Unutulmamalıdır ki bunlar, edebiyat ile alâkalı mevzulardır. O hâlde, tabiidir ki, her yaratılmışın yemek yahut içmek isteyeceği hoşaflar değildirler.
Sekiz: Allah’ı ve Kitabını kabul eden bir kimsenin, O’na lânet etmeyi yakıştıramaması şu dört ihtimalden birinden doğmuş olabilir:
Birinci ihtimal: Lânet kelimesinin gerçekte ne demek olduğunu bilmemek, ona olduğundan başka bir mana yüklemiş olmak… Bu ihtimal, birçok ayeti inkâr etmeyi bulundurur ve sahibini, imanı varsa -ve cahilliği mazeret sayılmazsa- imanından eder.
İkinci ihtimâl: Allah Teâlâ’yı da Kur’ân’ını da beğenmemek…
Üçüncü ihtimal: Kur’ân’ın -Kitâb-ı Mukaddeste yapıldığı gibi- birileri tarafından tahrif edildiğine, değiştirildiğine inanmak…
Dördüncü ihtimâl: Kendisinin de aşağıda şeytanî bir vesvese yoluyla ifade ettiği gibi, onun bizzat Peygamberimizin eliyle değiştirildiğini iddia etmek…
Bu son üç ihtimal, kalbinde en zayıf bir imanı mevcut olan kimsede bulunamaz. Bir beşinci ihtimali bilmiyor ve düşünemiyoruz. Öztürk, biliyorsa haber versin.
Devamı için tıklayınız…
Mustafa Öztürk’e ait kısa bir kesitte yer alan iddialara dair cevaplar serîsi, Yunan Mitolojisindeki ilâh ve Hermes münasebetinden yola çıkılarak yapılan iftiraların ele alındığı 3. bölümle devam ediyor. Reddiyenin devamına buradan ulaşabilirsiniz.
Dokuz ayrı bölümden oluşan reddiyenin diğer başlıklarına aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz:
1- Rahmân Olan Allah Lânet Eder mi? Allah’ın Lânet veya Bedduâsı Ne Anlama Gelir?
2- Allah Teâlâ’yı ve Kitabını Beğenmeyenler!
3- Yunan Efsanelerinden Hareketle Allah ve Resûlü’ne Büyük İftira!
4- Allah Teâlâ Sevmez ya da Gazap Etmez mi?
5- Rahmet ve Merhamet Allah Teâlâ’ya Yakışmaz mı?
6- Övünmeyi Yasaklayan Allah Teâlâ Kur’ân’da Neden Övülüyor?
7- Sorgulama mı Yoksa Allah ve Rasûlü ile Muharebe mi?
*- Kur’ân Gelmeseydi, Durum Daha Kötü Olmaz mıydı?
*- Şifâ Olan Kur’ân, Kendisiyle Sapıtanlara Neden Şifâ Olmuyor?
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin