Daha önce Türkiye’de “tarihselci” kesim tarafından yalnız bırakılan Mustafa Öztürk’ün, Mehmet Görmez’in Habertürk’te kendisini ulemaya iftira ile suçlamasının ardından sergilediği tavır dikkat çekiyor. Eleştirilmesine sebep olan ifadelerinin “haddi aşan sözler” olduğu itirafı ile birlikte, vahyin nüzûl keyfiyetine dair kabulünü ulema ile refereye devam etmesi ve ez-Zerkeşî’ye yönelik nispetini tekrarlarken ilgili görüşün el-Burhân’da Alâuddîn es-Semerkandî’den nakledildiğini belirtmiş olması göze çarpıyor.
ez-Zerkeşî, Mustafa Öztürk’ü Doğruluyor mu?
Evvelemirde, ez-Zerkeşî’nin bu görüşü es-Semerkandî’nin de aralarında bulunduğu kimselerden “nakl”etmeyip “hikâye” etmiş olması ve pasajın [1]“…ونقل بعضهم عن السمرقندي حكاية” şeklinde başlamış olması, rivayet tekniği açısından mühim bir noktayı nazara veriyor.
Hikâye Sığasıyla Rivayetin Hükmü
“حكي” gibi sığalarla yapılan rivayetler “hadis edâsı” bağlamında “temrîz sığası” başlığı altında ele alınıyor ve bu yolla bilgi sabit olmayacağı ifade ediliyor.[2] Mustafa Öztürk ve ilgililer bu konuda Ebubekir Sifil Hocanın kendisine cevabını gayet iyi hatırlayacaklardır.[3]
Konuya dair kabulünü daha önce, “Kur’ân’ın bazı ayetleri; Peygamber’in, zihnindeki genel ve küllî vahiyden istinbat ettiği tikel referanslar…” [4] şeklinde ifade eden Öztürk’ün son makalesinde yer alan,“Bu arada DİB eski başkanı Görmez’in birkaç gün önce Habertürk’te Zerkeşî ve Suyûtî gibi müelliflerin, ‘Cibril özellikle manaları indirdi; Rasûlullah bu manaları belledi ve bunları Arap dilindeki ifade kalıplarına döküverdi’ şeklindeki görüşe rağmen bu bilgiyi yok sayıp bizi eski ulemaya iftira atmakla suçlamasının ne anlama geldiğini değerlendirmek ise okuyucuların takdirine havale edilmelidir.”[5] sözleri önem arz ediyor.
ez-Zerkeşî’nin Kaydettiği Görüş ile Öztürk’ün Görüşünün Farkı
Geldiğimiz noktada, ez-Zerkeşî’nin kaydettiği ve Ulûmü’l-Kur’ân kitaplarının da kendisinden naklettiği görüş ile Mustafa Öztürk’ün kabulü arasındaki farkı ortaya koymamız gerekiyor. Buna göre;
a) ez-Zerkeşî’nin Hikâye Ettiği Görüş:
İmam ez-Zerkeşî el-Burhân’da, indirilen vahyi Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellemin ifade edişini “عبر عنها” şeklinde kaydediyor. Bu, Mer‘î b. Yûsuf el-Makdisî’nin Kalaidu’l-Mercân’nda belirttiği üzere, indirilen manaların tasarrufsuz ifadesi anlamına geldiğinden, bu görüşte olanların da lâfzın Allah Teâlâ’ya aidiyetini kabul ettikleri anlaşılıyor.[6]
b) Öztürk’ün Kabulü:
Öztürk ise,“Kur’ân’ın bazı ayetleri; Peygamber’in, zihnindeki genel ve küllî vahiyden istinbat ettiği tikel referanslar…” [7] şeklindeki kanaatiyle hem ez-Zerkeşî’nin kaydettiği görüşe sahip olanlardan hem de diğer tarihselcilerden ayrılmış oluyor. Bu konuda diğer tarihselcilerin aynı kabulde birleşip birleşmediği hususundaki şüphemizi, kendilerinin, vahyin mahiyetini beyan eden âyetlerin muhatabı oldukları gerçeğini belirterek ifade etmek istiyoruz. Onlara yönelen tehdidin, Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve selleme “Dilini kıpırdatma!” emrini ihtiva eden[8] ve indirilenin dışında başka bir ifade kullanılması durumunda şah damarının kesileceği ikazını deklare eden[9] âyetlerin şiddeti seviyesinde olduğunu hatırlatmayı bir borç biliyoruz.
ez-Zerkeşî’nin el-Burhan’da Zikrettiği Vahiy Çeşitleri ve Kitap (Kur’ân)
Konu, “عبر عنها” ve “istinbat” ifadelerinin farkı bağlamında anlaşılabileceği gibi, el-Burhân’da “vahyin nevileri” başlığı altında zikredilen bazı maddelerin Kur’ân dışındaki vahiy türlerine ait kanaatler olarak kaydedilmiş olabileceği de pekâlâ değerlendirilebilir. Nitekim bu görüşün kendisinden “hikâye” edildiği Alâuddîn es-Semerkandî de sünnetin tespiti konusunda şöyle demektedir: “Allah Teâlâ’nın haberi olan kitap, ancak vahy-i metlüvdür ve o kendine mahsus bir nazımladır. Bir de vahy-i gayr-i metlüv vardır ki, o Cibrîl’den de diğer meleklerden de işitilmiştir…”[10] Bir başka pasajda yer alan daha açık ifadeleri ise şöyledir: “Allah Teâlâ ona haberini, vahy-i ğayr-i metlüv ile bildirdi. Ve farklı şekillerde Kur’ân’da olduğu gibi değil başka şekilde, rüya ya da ilhâm yoluyla emir ve yasaklarını bildirdi.”[11]
İmam es-Süyûtî’nin de gerek Mustafa Öztürk’ün kabulünü refereye kalkıştığı görüşün gerekse İmam el-Cüveynî’ye izafe edilen, “lâfzın Cebrâil aleyhisselama ait olduğu” görüşünün “vahy-i ğayr-i metlüv” ile ilgili olduğu yönündeki izahatı önemle dikkate alınmalıdır.[12]
Böyle Çürük Bir Görüş Üzerine Kitap İnancı Bina Edilir mi?
Geldiğimiz noktada şu gerçek ortaya çıkmaktadır:
- Mustafa Öztürk’ün kendisini sağlama almaya çalıştığı görüş, kime ait olduğu belli olmadığı gibi kitabın müellifi ez-Zerkeşî tarafından dahî zafiyetine kani olunan bir görüştür.
- Mustafa Öztürk’ün, “Kur’ân’ın bazı âyetlerinin” diyerek ifade ettiği kabulü, hem referans gösterdiği görüş hem de lâfzın Allah Teâlâ’ya nispeti ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin tebliğ vazifesindeki yeri açısından ciddi derecede farklılık arz eden bir görüştür.
- ez-Zerkeşî tarafından kaydedilen görüş, naklî açıdan kabul sıhhatinde olsaydı bile, Şuarâ Sûresi 193 ve devamındaki âyetlerin yanı sıra konuyla ilgili diğer âyetlerle beraber ele alınması neticesinde delâlet açısından son derece problemli olduğu kolayca anlaşılabilen bir görüştür.
- Ayrıca, delil olarak öne sürülen eş-Şuarâ Sûresi’nin 193-194. âyetlerinde belirtilen “kalbe indirilme”, konuya müteallik diğer ayetlerin[13] manasına bağlı olarak, itminan ve sağlamlaştırma anlamında değerlendirilmeye de gayet müsait gözükmektedir.
Dolayısıyla, Öztürk’ün dayandığı kanaat, sübut açısından olduğu gibi delâlet açısından da itimada şayan değildir.
Netice
Mustafa Öztürk, dininin temelini sübût ve delâlet açısından hiçbir değer özelliği taşımayan ve farklı şekilde anlaşılmaya gayet müsait, kaygan bir zemin üzerine kurmuştur. Bu bir kandırmaca ise büyük bir hıyanet, gerçek ise derin ve ürkütücü bir hızlandır…
Dipnotlar
[1] Bedrüddîn ez-Zerkeşî, Kitâbü’l-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Kāhire, 1957, I/669.
[2] Erdinç Ahatlı, “Temrîz”, DİA, XL/433-434.
[3] Ebubekir Sifil, “Ruhunu Satan Zencinin Derisi Beyazlar mı?”, https://cutt.ly/DhJ2582 (e.t., 16.12.2020)
[4] Mustafa Öztürk, “Cihad Âyetleri: Tefsir Birikimine, İslâm Geleneğine ve Günümüze Yansımaları”, İslâm Kaynaklarında, Geleneğinde ve Günümüzde Cihat, KURAMER, İstanbul, Baskı: 2, 2017, s. 201.
[5] Mustafa Öztürk, “Doğululuk ve Pusuculuk”, 12.12.2020 Tarihli Karar Gazetesi, https://cutt.ly/UhJ9eP6, (e.t., 16.12.2020)
[6] Detaylar için bkz. Savaş Kocabaş, “Mustafa Öztürk’ün Sözlerine Göre Kur’an’ın Mahiyeti ve Konumu”, Blogspot/Kişisel Blog, https://cutt.ly/xhJ9u8p (e.t. 16.12.2020).
[7] Mustafa Öztürk, İslâm Kaynaklarında, Geleneğinde ve Günümüzde Cihat, s. 201.
[8] Kıyâmet Sûresi, 16-19.
[9] Hâkka Sûresi, 44-46.
[10] Alâuddîn es-Semerkandî, Mîzânü’l-Usûl fî Netâici’l-‘Ukūl, Mektebetü Dâri’t-Turâs, Kāhire, 1984, I/719.
[11] a.e., I/419.
[12] Celâleddîn es-Süyûtî, et-Tibyân fî Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, el-Heyetü’l-Mısriyye el-Amme li’l-Kitab, Kāhire, 1974, I/159.
[13] Bkz. Bakara Sûresi, 97; Furkān Sûresi, 32; Şuarâ Sûresi, 193-195.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin