Daha düne kadar Gülen’e methiyeler düzmüş, ona övgü için seri kitaplar kaleme almış olanların ve onu göklere çıkarma yarışına girişmiş olan bazılarının şimdilerde Cübbeli Hoca ile FETÖ arasında münasebet kurma çabaları maatteessüf ülkenin araştırma-analiz seviyesini de ele veren, içler acısı hâlimizi ortaya koyan bir durumdur. Ülkemizdeki yazar-çizer taifesinin bu seviyede olması ülkemiz için oldukça acıdır. Satırlarımıza, bu üzüntüyü derinden hissederek ve dertlenerek başlamış bulunuyoruz.
Cübbeli Ahmed hoca efendinin diyalog eleştirisi sadedinde; sohbetlerinde yer alan sözlü eleştirileri hatta o konuya hasrettiği müstakil vaazları, kaleme almış olduğu; Üç Büyük Tehlike/3 Vasiyetim, ‘Yahudi ve Hristiyanlar Cennet’e Girecek Diyenler Cennet’e Giremez’ (kolektif) şeklindeki kitapları muhakkak önemlidir. Muhtelif kitaplarında yine bu konuya temas ettiği pasajları, Kasr-ı Ârifân, Lalegül gibi dergilerdeki ilgili makaleleri de hatırlanmalıdır.
Bunları esasında bilmeyen yok! Buna rağmen hoca efendinin mahpusluk sürecinde yaşanan birtakım hâdiselerle bağlantı kurularak yakın zamanda ortaya atılan bazı iddialar da bunlara eklenerek ironik tarzda kurgusal bir yaklaşım sergilemekten ve kamuoyunu bu yönde aldatıp etkilemekten de çekinmiyorlar. Biz bile buraya kadar kaleme almış olduğumuz paragrafların içeriğine tekrar baktığımızda karşılaştığımız manzaradan rahatsızlık duyuyoruz; fakat bu kurguları ortaya sürenlerin yüzleri hiç kızarmıyor.
2006 Senesine Kadar Götürülebilen Eleştiriler
Hoca Efendi’nin de kendisine karşı başlatılmış olan bu kampanyaya karşı, diyalog ve FETÖ ile ilgili daha evvelki konuşmalarından demetler sunarak bir savunmaya yöneldiği görülüyor. Takip edebildiğimiz kadarıyla bu paylaşımlar 2009 senesine kadar geriye götürülebilmiş durumda. Oysaki hocanın diyalog eleştirilerini 2006 senesine kadar götürebilmek mümkün.
2000’li yılların başından beridir ülkedeki ‘ilmî gündemi’ takip ettiğimizden hangi tarih aralığında kimin neyi savunduğuna şahitlik etme fırsatı bulduk. Diyalog faaliyetlerinin bu ülkedeki geçmişi ve Gülen örgütlenmesinin bu faaliyete duhulü epeyce geriye götürülebilirse de, yapının ivme kazandığı ve konuyla ilgili özel araştırmacılar dışında kalan kesim tarafınfan fark edildiği yıllar daha çok 1997 sonrasına tekabül eder. Özellikle 1999 senesindeki II. Abant toplantısı ve 2000 senesindeki Harran Toplantısı, diyalogun niyetini izhar açısından ciddî önem taşır. Sonrasında da bu kapsamdaki faaliyetlerin artık maddî-mânevî desteklenmesi gereken meşrû, hatta destek verilmemesi nâkısa kabul edilecek faaliyetler olduğu fikrinin kamuoyunun nazar-ı itibarına Diyanet’in açık yayınlarıyla servis edildiği yıllar gelir. O dönemlerde diyalog aleyhinde yazan-çizen kalemlerin sayısının çok az olduğunu hatırlıyoruz. 2000’li yılların başına ait eleştirileri, o yılların ilmî gündemini yakından takip etmiş olanlar bilebilirler ancak.
Cübbeli Ahmed Hoca Efendi’nin diyalog faaliyetlerine dair eleştirilerini 2006 senesine kadar götürebilmenin mümkün olduğunu söyledik. Özellikle siyasette de yer edinmeye başlamış olan yapının bu faaliyetine o yıllarda yöneltilmiş olan eleştiri, kayda değer bir yaklaşım olarak görülmelidir. Bilhassa bu senelerin, Dinler Arası Diyalogun beynelmilel gelişimi konusunda etkin isimlerden biri olan Prof. Dr. Mehmet Aydın’ın, ‘Diyanet İşlerinden Sorumlu Bakan’ olarak kabinede görev yaptığı (2002-20011 yılları arasını kapsayan) döneme tekabül ettiği hususu ayrıca değerlendirilmelidir. Yani az sonra iktibas edeceğimiz eleştirinin, sözü edilen faaliyetlerin siyasî irade tarafından en üst perdeden desteklendiği seneler olduğu önemle dikkate alınmalıdır.
O sene neşredilmiş olan Rûhu’l-Furkan Tefsiri’nin 12. Cildinden bahsediyoruz. Bilindiği üzere bu tefsir Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin riyâsetinde, Cübbeli Ahmed Hoca Efendi’nin başında bulunduğu heyet tarafından yazılıyordu. Cübbeli Hoca(nın başında bulunduğu heyet), diyalogun batıl olduğunu o ciltte yer alan bir pasajda özellikle belirtmiş. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e, hanîf Müslümanlardan; muvahhid mü’minlerden olduğunu söylemesi yönünde bir hitap içeren En‘âm Sûresi’nin 163. âyet-i kerîmesi tefsir edilirken maddelendirilmiş olan açıklamalardan birinde o dönem ortaya artık iyice dökülmüş ve geniş bir kesim tarafından da sahiplenilmiş olan diyalog faaliyetlerinin batıl olduğu açıkça beyan edilmiş.
d) Bu kadar büyük hakikatler ortadayken, zamanımızda din konusunda yetkili geçinen birilerinin çıkıp, “Takrîbü’l-Edyân” (Dinler Arası Diyalog)dan bahsetmeleri, ne kadar asılsız bir iddiadır.
Allâh-u Te‘âlâ’nın gönderdiği tek din İslâm’dan ibaret olup, bütün peygamberler Müslüman ve bunların evveli Muhammed (Aleyhisselâm) iken, ortada “Dinler” diye bir şeyden söz edilecek durum mu vardır ki, araları bulunmaya çalışılsın?!
Tefsirin İlgili Kısımlarına Ait Görseller
Hoca efendinin -buraya dercetmiş olduğumuz- diyalog eleştirileri döneminde yaşı itibarıyla henüz ana-babalarıyla bile diyaloga geçmemiş, o günlerde kısa pantolon giyen veletlerden olanların şimdilerde sosyal medyada ve farklı mecralarda hocayı bu konu üzerinden eleştirmeye çalışmalarının da trajikomik bir durumun ifadesi olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Herkes biliyor kimin ne olduğunu…
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin