Aşırı Yüceltmeci Başbakan Anlayışıyla Buharlaşan Kavramlarımız Ve Başbakanın Kankisi Azrail Söylemiyle İnkar Edilen Muhayyerlik
– Giriş
– Muhayyerlik, bir Nebî’ye ölüm meleğinin gelmesi ve ona dünyayı mı yoksa ahreti mi tercih edeceğini sorması noktasındaki kavram ya da kurum nedir ve sabit midir?
– Muhayyer bırakmanın sebeb-i hikmeti nedir?
– Muhayyerlik Kur’ân’a ve Sahîh Kader İnancına aykırı mıdır?
– Muhayyer bırakma ölüm meleğinin vazifesini terki ve emre itaatsizliği anlamına gelir mi?
– Evliyâ’dan da Nebîler gibi muhayyer bırakılanlar olabilir mi? (Ya da olmuş mudur?)
MUHAYYERLİK
Solcuların ve merkez sağda saf tutanlardan bilhassa statükocu konumunda bulunanların isabetli bir sözü/sloganı vardır; ‘’şahıslar ve zümreler hata yaptıklarında tenkitler kendilerine yönelir, fakat dini kullanan (ön planda tutan ve bu alanda söylemlerde bulunan) kişilerin hatalarında ise tenkitler dine yönelir.’’ Bugün hakikaten de bu tespitin canlı ve acı örnekliğine şahit olmaktayız.
Menâkıb kitaplarında ne kadar menkıbe var ise menkıbelerin muhtevası düzey olarak da sayın Başbakan’a uyarlanmakta ve Başbakan’a uyarlanmasına tepki olarak açığa çıkan tenkitler, bu uyarlayanlarla sınırla kalmayıp direkt olarak mes’elelerin/kavramların tenkit edilmesine sebep olmakta ve hatta dalga geçilerek eleştirilmesi seviyesizliğine kadar inektedir. Bu durum, menkıbelerde geçen hallerin büyük kısmının Edille-i Şer’iyye noktasında delilinin/isnadının bulunması hasebiyle farkında olmadan insanları batıl tasavvurlara ve hatta belki de i’tikâdî zeminde sakat bir duruma doğru hızla sürüklemektedir.
F. Gülen’in Hazreti Peygamber Aleyhissalatu Vesselam’a dair rüya ya da zuhurat vurgularının, Tayyip Bey’i aşırı derecede yüceltenlerin bu tür yüceltmelerinin kişileri direkt olarak o konuları reddetmeye, inkâra götürdüğünü son günlerde müşahede etmekteyiz. Bu noktada bilinçler ciddi şekilde tahrip olmaktadır. Bu arıza ile bir şekilde mücadele etmek gerekmektedir. Zira bilinçlerin bozulması ve kokuşması sonrasındaki tahribatı düzeltmek, yol, köprü, kanalizasyon, yapmak veya fosseptik çukuru açmak kadar kolay olmayacaktır.
İnsanımız, şahısların ve şahıslarla alakalı olan mes’elelerin tenkitiyle, kavramları ve mümkün olan işlerin tenkitini birbirine karıştırmamalı.
Söz gelimi; Başbakan’a Azrail Aleyhisselâmın gelip de ona muhayyerliği tebliğ etmesine bağlı olarak Başbakan’ın ülkeyi ateşe atıp da memleketi başsız bırakmamak adına dünyada bir süre daha kalmayı tercih etmesine dair anlatılan zırva ile ‘’muhayyerlik’’ kavramını birbirinden ayırmalı, bu olayı uyduran aşırı yüceltmeci insanları tenkit etmek yerine muhayyerliği tenkit edip de ‘’azraille kankalık’’ olarak nitelendirmemeli, velhâsılı kelâm; sapla samanı birbirine karıştırmamalıdır.
Korkarım ki, yakın zamanda Başbakan hakkında uydurulan menkıbeler muhayyerlik gibi üst bir noktaya ulaşmışken, bununla da kalmayıp bir-iki adım daha yukarıya taşınacak, ölü diriltmeye kadar götürülecektir. Darda kaldığında Ahmet Davutoğlu gibi kabineye dışarıdan bakan atayan ve son dönemde Efkan Âlâ ile bir örneğini daha görmüş olduğumuz bu tavır, uçmalara kaçmalara bağlı olarak belki de; ‘’meclis dışından olur da dünya dışından olmaz mı’’ denilerek Adnan Menderes ve Turgut Özal’ın diriltilmek suretiyle kabinede bakanlık vazifesi almalarına kadar erişecektir.
Kerâmet yoluyla ölü diriltilir mi diriltilemez mi, mümkün müdür değil midir, mevzuuna hiç girmeden konumuz olan ‘’Muhayyerlik’’ mes’elesine gelelim.
Muhayyerlik lügatte; ‘’iki şey arasında tercihte serbest bırakılmak ve bu serbestiyete bağlı olarak hayırlı olanı seçmek’’ anlamına gelir son tahlilde. Istılahta ise ticaretten birçok alana bu ıstılah, tercih anlamında kullanılır. Bizim burada konuşacağımız konu ise daha dar ve daha özel anlamda Peygamberlerin ölüm ve yaşam arasında (sınırsız olarak değil bir süreliğine) muhayyer bırakılmaları, tercihlerinin sorulması anlamına gelen mana çerçevesinde olacaktır. Bunun mümkün olup olmadığını, mümkünse delilinin ne olduğunu, Peygamberler için mümkünse Peygamberler dışında kalanlar, bilhassa Velîler için de mümkün olup olmayacağını, bu inanışın Kur’ân’a ve Sahîh kader anlayışına aykırı olup olmadığı üzerinde kısa kısa durmaya gayret edeceğiz.
Konuya dair hadis-i şerifler vardır bunlardan en çok bilineni ve birçok muteber kaynakta ittifakla Kayıtlı bulunan Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam ile ilgili olup, aynı zamanda her peygambere muhayyerlik verildiğini belirten hadis-i şeriftir;
5. (5405)- Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), sıhhati yerinde iken şöyle diyordu:
“Hiçbir peygamber, cennetteki makamını görmeden kabzedilmez. Bundan sonra hayatı devam ettirilir veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır.”
Aleyhissalâtu vesselâm hastalandığı zaman O’nu, (başı) dizimin üstünde baygın vaziyette gördüm. Bir ara kendine geldi. Gözlerini evin tavanına dikti ve sonra: “Ey Allahım Refik-i A’la’da (bulunmayı tercih ederim)” dedi. Bu sözü işitince ben (kendi kendime): “Demek ki (makamı gösterildi) ve bizimle olmayı tercih etmiyor” dedim. Bunun, sıhhatli iken bize söylediği şu hadis olduğunu anladım: [“Hiçbir peygamber cennetteki makamını görmeden kabzedilmez, sonra yaşamaya devam veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır.”
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın telaffuz ettiği son söz: “Allahım, Refik-i A’la’da” cümlesi oldu.” (Refik-i A’la: Cennetin en yüksek makamında bulunan peygamberler cemaatidir). [Buhârî, Megazî 83, 84, Tefsir, Nisa 13, Marda 19, Da’avat 29, Rikak 41; Müslim, Fezail 87, (2444); Muvatta, Cenaiz 46, (1, 238, 239); Tirmizî, Da’avat 77, (3490).]
Hazreti Mûsa ile ilgili de üzerinde bilhassa sünnet/hadis düşmanlarının pek çok spekülasyon yaptıkları bir rivâyeti ilk etapta hatırladığımız rivâyetlerden. Bu konuya müteallik daha başka hadis-i şerifler de mevcuttur.
Sübût açısından herhangi bir problem ihtiva etmeyen ve delâlet yönünden de son derece açık olan bu hadis-i şerif ve konuya müteallik diğer hadis-i şeriflerden sonra Müslüman olduğunu iddia eden aklı başında bir kimsenin bu konuyu inkâr etmesi beklenemez.
Muhayyerlik Kur’ân’a Aykırı Mıdır?
Üzerinde durduğumuz muhayyerliğin Kur’ân’a aykırı olduğunu iddia edenler; ‘’her nefis ölümü tadacaktır’’ mealini ihtivâ eden; Âli İmran Sûresinin 185, Enbiyâ Sûresinin 35 ve Ankebut Sûresinin 57. Âyet-i kerîmesini delil olarak öne sürmekte ve bu tür bir muhayyerlik inancının bu ayetlerle tenakuz/çatışma halinde olduğunu iddia etmektedirler.
Bunlara oturup cevap vermek dahi esasında vakit israfıdır. Çünkü bunlar, ya muhayyerliğin ne olup olmadığını anlayabilecek kapasiteye sahip bulunmayan akılsız insanlardır ya da okuduğunu anlamaktan aciz yahut da bugüne kadar bu konuyu oturup da adam akıllı okumamış, okumadan, bilmeden ahkam kesen, cesaretini cahilliğine borçlu ahmak kimselerdir.
Çünkü onlar, muhayyerliği, ecelin kaldırılması olarak anlamaktadırlar. Hâlbuki böyle diyen hiç kimse yoktur. Bu sadece ecelin vaktiyle ilgili aslında hakikatte ‘’erteleme’’ dahi olmayan bir şeydir! Bunu tenkit eden bir şahıs acaba Profesörlük payesini nasıl almış olabilir? Asıl suç onda mıdır, yoksa asıl suç, onu bu payeye layık görmüş olan, her birinin liyakatleri oturulup ince ince irdelenip tartışılması gereken etiketli cühelanın mıdır?
Muhayyerlik Kur’ân’da Ecelin Değişmeyeceğini Bildiren Ayetlere Ve Kader İnancımıza Bağlı Olan Ecel Anlayışımıza Aykırı Mıdır?
Bazıları üzerinde durmakta olduğumuz muhayyerlik mevzuunun, En’am Sûresi’nin 60, Nahl Sûresi’nin 61, Zümer Sûresi’nin 42 ve Fâtır Sûresi’nin 45. Ayet-i Kerîmelerinde geçen Ecel-i Müsemmâ yani ‘’kesin olan ve değişmeyen ecel’’ bağlamında ve; Araf Sûresi’nin 34., Yûnus Sûresi’nin 49, (daha önce geçtiği gibi yine) Nahl Sûresi’nin 61. Âyet-i kerîmelerinde ‘’ecelin değişmeyeceğine’’ yapılan vurgularla tenakuz/çatışma halinde olduğunu iddia etmektedirler.
Burada ecel-i kaza – ecel-i müsemma, kader-i mutlak – kader-i muallak ya da kader-i mübrem – kader-i muallak yahut kaza-i mübrem – kaza-i muallak noktasındaki detaylara ve Ümmü’l-Kitab, Kitâb-ı Meknûn ve Levh-i Mahfuz birbirlerinin aynı mıdır, yoksa değil midir, kelamcıların, müfessirlerin ve sûfilerin bu mefhumlara dair görüşleri nelerdir, bu konuların hiçbirine hatta kader değişir mi, değişmez mi mevzuuna dahi girmeksizin, kader konusunu en dar çerçevede alıp değerlendiren ve kaderin değişeceğini ifade eden bazı delilleri dahi muhtelif şekillerde te’vil ederek manalandıranların görüşü doğrultusunda ele alacağız.
Aslında bir evvelki sorunun cevabında da kısaca üzerinde durduğumuz gibi burada ecelin kaldırılması söz konusu olmadığı gibi bunda bir tür erteleme de söz konusu değildir. ALLAH indinde yazılı olan ecele, zaten muhayyerliği tebliğ eden meleğe muhatabının vereceği cevap da uygun düşecektir. Kendisine muhayyerlik tebliğ edildiği anda dünyayı tercih edecek olan Nebî’nin bu tercihi yapacağı da zaten ezelde kalem tarafından yazılmıştır. Dolayısıyla burada ecelin ötelenmesi, ertelenmesi gibi bir şey de yoktur. Bu noktadaki şüpheler ya muhayyerlik mevzuunu tam bilmemekten ya da kader mevzuunu tam olarak bilememekten kaynaklanan şüphelerdir.
Muhayyerlik Ölüm Meleğinin Vazifesini Yerine Getirmemesi Anlamına Gelir Mi?
Bazıları şöyle demektedir; ‘’Enbiyâ Sûresi’nin 19, 20 ve 26-27, Tahrim Sûresi’nin 6, Mü’min Sûresi’nin 7. Âyet-i kerîmelerine göre melekler, ALLAH Teala’ya ibadete ve onun emirlerini yerine getirmeye memurdurlar. Bundan asla geri durmazlar, itaatsizlik etmeleri de söz konusu değildir, olamaz da. Dolayısıyla, sizin bu muhayyerlik dediğiniz şey aynı zamanda Azrâil Aleyhisselâm’ın görevini yerine getirmemesi demektir. Böyle bir şey ise Dinin esaslarıyla çatışma halindedir.’’
Cevap:
Bu iddiada bulunanların da muhayyerliği tam olarak anlayamamış kimseler olduklarını görüyoruz. Daha evvel kader ve ecel bağlamında da kısaca temas etmiş olduğumuz gibi ALLAH Teala burada muhayyer bırakılan kulun (Nebî’nin) kararının ne olacağını önceden bilmektedir. Bunu Meleku’l-Mevt bilsin ya da bilmesin onun bu noktadaki vazifesi direkt olarak muhayyer bırakılan kişinin rûhunu kabzetmek değil, ona bu konuda muhayyer bırakıldığını tebliğ etmek ve onun tercihine göre davranmaktır.
Binaenaleyh Meleku’l-Mevt’in buradaki vazifesi bellidir ve bunda asla ve kat’a ALLAH Teala’nın emrine muhalefet, bir tür itaatsizlik yoktur, bilâkis verilen vazifeyi layıkıyla yerine getirmek vardır.
Soru:
Madem ALLAH Teala muhayyer bırakılan Nebî’nin tercihinin ne olacağını biliyor, Melek de direkt olarak onun rûhunu kabzetmek için gitmiyor da bu muhayyerliğin burada ne önemi kalıyor?
Cevap:
Bu tür bir tercih hakkı, muhayyerlik, ALLAH Teala’nın kuluna (Peygamberine) bir tür ihsânı ve lütfudur. Aynı zamanda mûcize kapsamında bir iş, onun kadrini, kıymetini, diğerlerinden farkını ve üstün özelliklerini, ALLAH Azze Ve Celle indindeki kıymetini, kurbiyetini ortaya koyan, beyan eden bir iştir. Muhayyerlikle ilgili hadis-i şeriflere baktığımız vakit zaten muhayyerlik esnasında muhatap bulunan peygambere ahretteki makamının gösterildiği de okunacaktır.
Ayrıca, konu sahih hadislerle sabit olduğuna göre bunu inkâra yol yoktur. ALLAH Teala ise yaptıklarından asla ve kat’a sorulmayacak olandır. Sâbit olan bir hususu inkâr edenler ise, en acı bir şekilde sorgulanacak olanlardır! لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ (Enbiyâ Sûresi 23. Âyet-i kerîme.)
Evliyâ Da Muhayyer Bırakılır Mı?
Nebîlerin (Aleyhimüsselâm) muhayyer bırakılmaları ve muhayyerlik mevzuuna dair soru işaretleri izâle edildikten sonra burada üzerine konuşulması gereken bir başka konu da bu tür bir muhayyerliğin Velîler için de söz konusu olup olamayacağı mevzuudur. Daha evvel de geçtiği üzere, ALLAH Teala muhayyerliği peygamberlere onların üstün fazîletlerinin tasdiki noktasında bir tür mucize ve ihsan olarak vermiştir. Velîlerin, sâlihlerin de üstün fazîletlerinin tasdiki peygamberlerde mûcize iken velîlerde kerâmet kapsamındadır. Bir velînin kerâmeti, bağlı bulunduğu Peygamberin mûcizesidir. Kimilerine göre, Peygamberlerin mûcize doğrultusunda gerçekleştirmiş oldukları her tür iş velîlerden kerâmet noktasında sadır olabilir. Kimileri ise bunu belli bir çerçevede sınırlandırmak gerektiğini ifade etmişlerdir, bunun detaylarına girmiyoruz.
Velînin kerâmetinin peygamberinin mûcizesi anlamına geldiğini ve bazı yüksek mertebe sahibi kimselerin mukarreb melekler de dahil meleklerle görüşmelerine, ayrıca bu tür muhayyerlik hususu ihtiva eden nakledilegelmiş menkıbelerin varlığını göz önünde bulundurduğumuz vakit, böyle bir şeyin Velîler için mümkün olmayacağını söylemek, mümkün olacağını söylemekten öncelikli olarak delil isteyen bir iştir.
Dolayısıyla, bir velînin üstün fazîletlerini tasdik sadedinde kerâmet kabilinden kendisine böyle bir tercih verilmiş olması/olabileceği inkâra kalkışılması gereken bir iş değildir.
Elbette her şeyin en doğrusunu bilen ALLAH Subhânehû Tebâreke Ve Teâlâ’dır.
Yorum
Reblogged this on Taberânî.
Yorum Ekleyin