İki bölüme ayıralım. Birinci bölümde biraz özeleştiri var. İkinci bölümde ise birkaç hususu ortaya koymaya çalışacağız.
Birinci Bölüm:
Öncelikle, kitabın orta yerinden konuşalım. Son dönemlerde bir gevşeklik gözlemleniyor. Bu gecelere karşı gevşeklik gün geçtikçe daha bir belirginleşiyor. Şüphesiz bu noktada muhakkik ulemanın konuya dair tespitleri etkili. Özellikle de dinin temel meseleleri dahil olmak üzere inkarcılığı şöhret bulmuş sosyete imamı bazılarının, muhakkîk ulemanın bu meselelerle ilgili tespitlerinden yola çıkarak bu hususları temcid pilavı gibi milletin gözüne sokmaları çok daha etkili. Sanki ulemânın usulünü ve tespitlerini çok benimsiyorlarmış, çok sahip çıkıyorlarmış gibi…
Doğru olan şeyleri dillendirmesinler mi, dillendirsinler tabii ama onların amacını ve zihniyetini hepimiz biliyoruz… Durması gereken yerde durmadıklarını. Hatta yeri geldiğinde ”DURMA”yı bir protesto, bir eylem, bir başkaldırı olarak kullanmayı becerebildiklerini de biliyoruz!
Gelelim tespitleri algılama işine!
Bu tespitleri birileri fazla ibâdetten kaçmak ya da bu gecelerde diğer günlerden bir gram bile fazla amelde bulunmama noktasında malzeme / dayanak olarak kullanıyorlarsa, işlerine gelmediklerinden böyle davranıyorlarsa burada da ciddi bir anlayış problemi var demektir. Bu işin içinde azgın bir nefse bağlı ciddi bir problem var demektir.
Meselenin bu tarafına dikkat çekmekte fayda var. Bazılarına zor geliyor, ağır geliyor, normale, rahata alışmışlar ve ‘’zaten bu gecelere mahsus ibadetlerle ilgili gelen rivâyetler de uydurmadır’’ deyip kendilerini tatmin ediyorlar. Şüphesiz, ateşin tatmin edemeyeceği kimse yoktur![1]
Madem öyle değilse e hadi bakalım… İmam el-Leknevî daha başka diğer muhakkik âlimler; ‘’bu geceye dair müstakil ibadetlerin aslı yoktur ama kişi dilediği kadar ibadet edebilir, namaz kılabilir, bu gece çokça ibâdet etmek müstehâbdır’’ diyorlar. Herkes nefsiyle başbaşa…
Kimseyi sorgulamıyoruz, kimseyi yolundan çevirip de bu gece kaç rek’at namaz kıldın diyecek değiliz. Dedik ya! Herkes nefsiyle başbaşa…
İkinci Bölüm:
Berat Gecesine ait müstakil ibadetlerle ilgili Evliyâ-i Kirâm Hazerâtının kitaplarında[2] yer alan rivâyetlerin sıhhat-zaaf değerlendirmesi muhaddisler tarafından yapılmış ve bunların bir kısmının aslının bulunmadığı, bir kısmının ise uydurma olduğu tespit edilmiştir.[3]
Böyle bir tespit varken bizler bu ibâdetleri Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Efendimize ve Ashâb-ı Kirâm’a (Rıdvanallahu Teala Aleyhim Ecmain) isnâd etmeyiz ama kaldırıp atmayız da! Evliyâ-i Kirâm Hazerâtının keşfine itimat eden bizler için onların rivayet etmekle birlikte amel etmekten geri durmadıkları bu tür rivâyetler, birer işaret mesabesindedir. Biz bu bilgileri birer işaret olarak kabul eder, bu bilinçle gücümüz yettiğince amel etmeye çalışırız.
Evliyâ-i Kirâm Hazerâtının usulü; Allâhu Zülcelâl’in rızâsını kazanma noktasında en küçük bir işareti dahi lehe çevirme[4] şeklindedir. Onlar için, Allâhu Zülcelâl’in rızâsını kazanma noktasındaki en küçük bir işaret[5], en zayıf bir delil[6] dahi bir sakınma, bir sığınma, bir ibadet vesilesidir. Dolayısıyla onların bu tür rivâyet ve işâretlerle amel etmeleri kendi usullerince tutarlı ve hatta lazım bir iştir.
Dipnotlar:
[1] Bu geceleri ihyâ etmeyenler cehennemi boylayacak demiyoruz tabii ama nefsi bahsettiğimiz kadar ürkütücü bir azgınlıkta olanlar bu tehlikeyle şimdiden yüzleşseler iyi ederler.
[2] İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Kûtu’l-Kulûb, Gunyetu’t-Tâlibîn…
[3]http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=makale&no=10
[4] Husuf-Kusuf-namazları ile şiddetli rüzgâr, fazla karanlık, gece fazla aydınlık, yer sarsıntıları, sel, salgın hastalık ve ürkütücü hadiseler karşısında namaz kılmak ve şimşek çaktığında ve daha başka ürpertici hallerde, istiâze-hamd-tehlil-tesbihde bulunma konusu izahlı kitaplardan okunduğunda bu tür işlerin arka planını ifade sadedinde; ‘’kainatta karşılaşılan birçok hadisenin Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Efendimiz tarafından ALLAH Teala’nın rızâsına yönelme noktasında birer vesile olarak telakki edildiği ve bu telakkiye bağlı olarak namaz, isiaze, hamd, tesbih, tehlil şeklinde bir sonuca vardığı’’ yönündeki beyanlar görülecektir.
[5] Buradaki işâretten maksat birtakım manevi işaretler ve mevcut delillerden hareketle ulaşılmış işârî manalardır.
[6] Ehl-i Havas ibadete yönelme veya sığınma konusunda olduğu gibi sakınma konusunda da bazı şeyleri kendilerine vesile edinmişlerdir. Mesela bir işe mani çıkmasını o işin hayırlı olmadığı yönünde değerlendirip o işten vazgeçmeleri gibi. Bu ahvâlde olan kimselerin bu türlü işaretlere kayıtsız kalmamaları kendi usulleri açısından tutarlıdır.
[7] Bazı müstakil ibadetlerin içeriği/muhteviyatı ifadesiyle rek’at sayısı ve okunacak sûre/ tesbih gibi hususları kastediyoruz.
[8] Burada fıkha uygunluktan maksat, kılınış şekli ve söz konusu namazların içeriğinde şart ve rukunlara, namazın ahkâmına aykırı bir iş bulunup bulunmaması konusundaki değerlendirmedir. Bu tür namazlarda daha çok rek’at sayısı ve kıraat edilecek sûre / ayet noktasında bir yoğunluk söz konusudur. Nafile namazlar açısından değerlendirildiğinde bu tür davranışların namaz ahkâmına dair hükümlerle çelişkili olmadığı ortadadır. Bu meselenin anlaşılması için iki örnek vereceğim. Bazı itirazlar gelir bir rek’atte okunacak âyet sayıları ya da bir sûrenin ‘’şu kadar kez’’ tekrarlanması noktasında. İtirazlar şu noktalarda toplanır;
1- Bu tür namazların çoğunda aynı sure bir rek’atte ya da bir sonraki rek’atte birer kez ya da birden fazla tekrarlanır. Oysa ki ezberinde başka sûre varken bu sûreleri bir rek’atte ya da namazın bir sonraki rek’atinde tekrarlamak mekrûhtur.
Cevap: Bu namazlar nafile olduklarından ötürü bu tür tekrarlar nafile namazlarda mekrûh değildir.
2- Âyet ve Sûre sayısının ya da tekrar sayısının tutulması için bu sayıların en azından parmaklarla sayılması gerekir, bu ise mekruhtur.
Cevap: Bahsi geçen namazlar nâfile namazlardır dolayısıyla nafile namazlarda parmakla rek’at sayısı yahut sure/ayet sayısı saymanın mekrûh olmadığına dair deliller de vardır.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin