Ehl-i Sünnet Atalar Dini mi? / Biz mi Koyunuz yoksa Onlar mı?
‘’sürüyle giden yalnızca kıç takip eder’’ denilmiştir…
Gelenek ifadesi, Müsteşriklerin kendi inanışlarını ve din anlayışlarını tanımladıkları şekilde, aynı zamanda bu bakış açıları doğrultusunda hadîs/sünnet için de kullandıkları bir terimdir. Bu ifade, dînin aslına savrulan ilk darbeleri bertaraf eden ulemanın şiddetle karşı çıktığı ifadelerden biriydi daha düne kadar. Bugünse maalesef, Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip olduğunu deklare eden kimselerin dahi sünnet/hadîs ya da bu yapıyı temsil eden ana damarı, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’i tanımlayıp ifade ederken kullanabildikleri bir terim haline gelmiştir. Artık normalleşmiştir yani kısacası. Her şeyden önce sünnet yerine gelenek ifadesini kullanmaktan kaçınmamız gerekiyor.
Gelenek dediğimiz şey, an’ane, örf, adet, görenek gibi unsurların bütününü içine alan, insanî unsurlar taşıyan -en mühimi de- insan kaynaklı bir kavrama tekabül eder. Fakat ‘’dinî gelenek’’ dediğimiz vakit işin rengi değişir. Yahudi ve Hıristiyanların –Mûsevî ve Îsevî damardan kopmuş olan- vahye dayandıramadıkları dinlerini ‘’tradition (gelenek)’’ olarak ifade etmelerinin sebebi de budur. Bu aynı zamanda vahiyden kopuşun, insanlar tarafından ortaya konulmuş bir dîni benimseyişin de açık bir itirafı niteliğindedir. Kısacası gelenek; bir yapıyı doğrularıyla olduğu gibi, aynı zamanda yanlışlarıyla da birlikte iltizam ederek benimseyip sahiplenmek ve –nesilden nesile aktararak- sürdürmektir.
Sünnet ifadesi yerine gelenek kelimesini monte etmek isteyenlerin bakış açısı ve gayeleri de sünnetin vahiyle irtibatını kopartıp klasik geleneğe hamledilmesini sağlamaktır. Zira vahye dayanan sünnet, asılları itibariyle tanıştı(rıldı)ğı toplumun örfünü, an’anesini, göreneğini yani bu anlamdaki kültürel geleneğini süzgecinden geçirerek –sahih örf olarak- kabul eden ya da -fâsid örf diyerek- reddeden capcanlı bir yapıdır. Sünnetin örfe bakan/dayanan kısmında bir kısım değişiklik söz konusu olabilirse de, bu yapı genel itibariyle değişime ve yeniden tanımlanabilmeye imkân vermeyen bir karaktere, bir kalıba sahiptir.
Sözü kısa tutacak olursak, asıl amaç: bu değişim ve dönüşüme kapı aralamak ve bu kapıyı araladıktan sonra mutfağa kadar girmek suretiyle işin başına geçmek, suyun başını tutmaktır. Kötü niyetli, kem gözlü bu fikir zalimlerinin işin başına tamamen geçebilme adına dün olduğu gibi bugün de ev halkından bazılarını kullanmaktan imtina etmediklerini hep birlikte yakından müşahede etmekteyiz.
Bu evin halkından olan, dışarıda kotarılmış plan ve projelerin adamları, pirincin ya da şekerin içindeki beyaz taşlar, bir diğer ifadeyle kuzu postuna bürünmüş çakallar bugün: ‘’geleneği dinleştirdiler, bir indirilmiş din vardır bir de geleneğin din diye takdim edildiği uydurulmuş din…’’ sloganlarıyla propaganda yapmaktadırlar. İndirilmiş din gibi bir derdi olmayan Müsteşriklerin jargonuyla sünneti taca attıktan sonra vahye ait olanla olmayanı birbirinden nasıl tefrik edebileceklerdir acaba?
Bu tavrı son tahlilde, Kur’ân ve Sünnetle problemi olmayan bir adamın sergileyebilmesi mümkün değildir. Müslümanların –bazı oryantalistleri dahi hayran bırakarak- geliştirdikleri isnâd sisteminin güvenilirliğini tarihe ve tedvine şahit olmadan pervasızca tartışmaya açarak bindikleri dalı kesmekten zevk duyan bu gürûh, imanda tahkiki telkin hatta emreden Ehl-i Sünnet’i gelenek diyerek hatta ‘’atalar dini’’ söylemini yönlendirerek ötekileştirmeyi, taklitçi, atalarına (âlimlerine) körü körüne bağlanmış sürü psikolojisiyle hareket eden koyunlar olmakla itham etmeyi, suçlayıp tahkir etmeyi nakarat edinmişlerdir.
“Bu din 1400 sene bozuk bir şekilde gelmiş de şimdi siz mi düzeltecek, ıslâh edeceksiniz, diyenlere, Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı Câhiliyye Arapları, Mekkeli Müşrikler de böyle söylüyorlardı” demelerinin altında da bu düşünceleri yatmaktadır.
Biz Mi Koyunuz Yoksa Onlar Mı?
Burada karşımıza birbirine taban tabana zıt iki farklı yapı çıkmış oluyor.
Birinci yapıyı; kafası çalışan akıl sahibi herkesin kabul ettiği şahitlik sistemiyle asıllarını ve esaslarını vahye dayandıran, Kur’ân’ı evlerine inenlerden, hadisleri peygamberinin bizzat dilinden, ilmi ise bizzat sadrından alanlardan tevârüs edilmiş, her asırda titiz kalburların eleğinden ince ince elenerek geçen, kalburüstü muhakkik ve müdekkik âlimlerin denetiminde her asırda muhafaza edilerek büyük bir emek, büyük bir çaba, büyük bir aklın ve üstün bir samimiyetin, ihlasın taşıdığı yapıyı mesaisi ve gücü yetmesi durumunda tahkikle, yetmemesi durumunda ise taklitle takip edenler oluşturuyor.
İkinci yapıyı ise: vahiyle irtibattan tamamen uzak olduğu gibi böyle bir derdi de olmayan fasid akıl ve batıl fikir sahiplerini, pis deha ve bozuk zihin karakterlerinin masabaşı üretiminden ibaret saldırı planlarıyla ve hainlikleri mucibince hareket eden aşağılık şahıslarla bazı müfsidlerin kenarda köşede kalmış şazzlarını da çölde mal bulup heyecanlanmış mağribi edasıyla akıl, mantık, insaf ve vicdanı devre dışı bırakarak takip edenler oluşturuyor.
Kimdir koyun, kimdir sürü, hangisidir bu iki yapıdan? Asırların Kur’ân’a ve Sünnete şahitlik edenlerini takip edenler mi koyundur, yoksa Oryantalistlerin çöplüğünde din arayanlar mı?
*kuzusundan oğlağına, koçundan koyununa, tekesinden keçisine bütün küçükbaş hayvanlardan özür dileyerek…
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin