Çokça istismar edildiğine, hatta ehl-i tasavvufa âdeta bir silâh misali doğrultulduğuna şahit olduğumuz, “Üstadına, Allah’tan daha fazla teslimiyet göstermeyen asla mürid olamaz!” şeklindeki ifade hakkında birkaç kelâm etmek ve mülâhazalarımızı, anlaşılır kılmak adına maddeler hâlinde sıralamak istiyoruz.
1. Bu Sözler Tasavvufun Esasını Teşkil Etmez
Her şeyden önce bu tür sözlerin tasavvufun esası için bir delil niteliği taşımadığını, bu ulvî yolun belirleyici asıllarını teşkil etmediğini, dolayısıyla bu tür sözleri cımbızlayarak, “İşte tasavvufçuların kitaplarındaki sapıklıklar; tasavvufçuların gerçek görüşleri” gibi tık tuzaklarıyla sunan, ehl-i tasavvufu topyekûn itham edenlerin art niyetli oldukları gerçeğini ifade etmek isteriz. Zira Tezkiretü’l-Evliyâ, tasavvuf büyüklerinin nasihatlerini derleyip veciz şekilde sunmak maksadıyla kaleme alınmış bir eserdir. Oysaki ilim geleneğimizde, rivayetlerin delil niteliği taşıyabilmesi için senetli şekilde nakli vazgeçilmez bir esastır. Üzerinde duracağımız söz, Zünnûn-i Mısrî Hazretlerine senetle nispet edilmemiş, muhtelif eser ya da risalelerden derlenen bilgiler arasında kaydedilmiştir. Dolayısıyla, bu sözden yola çıkarak Ferîdüddîn-i Attâr Hazretleri ya da Zünnûn-i Mısrî Hazretlerini itham etmek doğru bir yaklaşım değildir. Müellifin bu sözü kitabına almış olmasının kendisine yüklediği sorumluluğa ve ne şekilde anlaşılmasının, yani te’vîlinin gereğine gelecek olursak…
2. Sözün Farsça ile Arapça Metni ve Tercümesi
Öncelikle, muhtelif tercümelerde, -girişte- kaydettiğimiz ifadelerle yer alan sözün önce farsça aslını, daha sonra yaygın olan Arapça şeklini sunmak ve manası üzerinde durmak istiyoruz.
a) Sözün Farsçası
«نبود تا استاد خود را فرمان برنده تر نبود از خدای»
b) Sözün Arapçası
«لا يكونُ المُريد مُريدًا إلا بعد أن يكونَ امتثالُهُ لكلامِ شيخه أكثرَ من امتثاله لكلام الله تعالي.»
c) Sözün Te’vîli
“Kul, kul olmaz, Allah celle celâluhû emrine mutî‘ olmadıkça (itaat etmedikçe); şakird dahî üstadlarına mutî‘ olmadıkça üstad olmaz.”[1]
3. Sözü Neden Te’vîl Ediyoruz?
“Sözün tercüme kitaplarda geçen şekliyle senin kaydettiğin mana birbirinden farklı” dediğinizi duyar gibiyim. Hatırlamak gerekir ki, sûfîlerin büyük bir kısmı söz üstadıdır. Bu sebeple kendilerinden veciz sözler sadır olmuş hatta zaman zaman şatahat olarak tanımlanan birtakım ifadeler kaydedilmiştir. Kendilerine yönelik eleştiriler hatta küfür yahut şirk ithamı da çoğu zaman bu duruma bağlı cehalet ya da anlayış kıtlığından kaynaklıdır.
Konu edindiğimiz söz, Ferîdüddîn-i Attâr Hazretlerinin her ne kadar mensur bir tarzda olsa da, çeşitli söz sanatlarını, kinayeli anlatımları, hazifleri (sözcük eksiltileri) ve mecazları kapsayan, bizdeki “atasözü” ya da “deyim” özelliği taşıyan sözlerden oluşan Tezkiretü’l-Evliyâ‘sında yer almaktadır. Bu sebeple, benzer konularda te’vîle başvurmamıza itiraz eden ve bunu “kılıf uydurmak” olarak değerlendirenler, bu tür ifadelerin anlaşılması hususunda başvurulacak ilk işin te’vîl olduğu gerçeğini ilkokul bilgilerini tazeleyerek hatırlamalıdırlar.
Üzerine konuştuğumuz eser, Mevlânâ’nın Mesnevî’si gibi pek çok manzum eserin ilham kaynağı bir şaheserdir. Bu tür sözlerin te’vilsiz/şerhsiz, bilhassa motamot (değiştirilmeden) tercüme ile her kesime ulaşacak şekilde sunumundaki yanlışlık da, anlayış seviyesinin kıtlığı hemen fark edilen kesimin seviyesiz yaklaşımlarından açıkça anlaşılmaktadır.
4. Sözün, İddia Sahiplerinin Anladığı Şekilde Olduğu Varsayılırsa…
Bir an için, kaydettiğimiz tercümenin, sözün aslına uygun olmadığı yönündeki itirazları kabul edelim ve ne şekilde anlaşılması gerektiğini ortaya koymaya çalışalım…
a) Mürîd Kimdir?
Zünnûn-i Mısrî Hazretlerine dayandırılan sözde ilk dikkat çeken husus, müridin mahiyetidir. Bunu tahlili için evvelâ ifadenin tasavvuf ıstılahında anlamını değerlendirmek gerekir. “Kendi isteğini şeyhinin isteğinde eriten, fanî kılan kişiye, mürid denir ki, bu eğitim, kulu Allah’ın iradesine teslim olmaya götürür.”[2] şeklindeki tanım, gayet etraflı ve anlaşılırdır. Müridin, Allah Teâlâ’ya hakkıyla itaat ve teslimiyete erişinceye dek yaşadığı tecrübe bazılarınca yanlış anlaşılır ve düz mantıkla, “Önce mürşide, sonra Allah’a mı tapmak?” sorusuyla karikatürize edilir. Geldiğimiz noktada işin bu yönüne de ayrıca temas etmek lazımdı…
b) Allah’a Tapmaktan Önce Şeyhe Tapmak mı?
Tarikata intisabın ardından sürüp giden ve “seyr-i sülûk” olarak tanımlanan tecrübenin kimilerince, “Evvelâ şeyhe, sonra Allah’a tapınma” biçiminde ifade edildiğine pek çok kez şahit olmuşuzdur. Oysaki üstadın emirleri, Allah Teâlâ’nın emirlerine aykırı olmayıp aynı minvaldedir ve bu noktada ayrım yapmak asla doğru değildir. Ehl-i tasavvufa göre; mürşid, müride Allah Teâlâ’nın rızasına ulaşma yolunu gösteren bir rehberdir. Nitekim Zünnûn-i Mısrî Hazretleri, kendisine gelerek, “Seni seviyorum!” diyen birine, “Şayet Allah’ı tanıyorsan sana O kâfidir; yok eğer tanımıyorsan evvelâ O’nu tanıyanı ara ki, seni O’na delâlet etsin (yapılacak iş budur).”[3] şeklinde cevap vermiştir. Bu da onun mürid-mürşid münasebeti ve bu anlamda konunun Allah Teâlâ’ya kurbiyet (manevî yakınlık) bağlamında izahıdır. Seyr-i sülük tecrübesini, -hâşâ- “Önce şeyhe, sonra Allah’a tapınmak” şeklinde formüle edenler, aşağıda zikredeceğimiz örneklerdeki durumları da “şirk” olarak nitelendirebilecek midirler?
c) Pratik Hayattan Birtakım Örnekler
Kendisini “Müslüman” olarak tanımlayan kime sorarsak soralım, Allah Teâlâ’ya inanıp teslim olduğunu söyleyecektir. Oysaki bunun böyle olmadığı aşikârdır. Zira “Müslüman” olduğunu söyleyenlerin azımsanamayacak bir kesimi, bırakın küçük günahları, büyük günahları dahî işlemeye devam etmektedir. Bu, onların imanının kâmil derecede olmadığının göstergesidir. Konu edindiğimiz sözde geçen husus ise; “mürîd” terimini tarif ederken de belirttiğimiz üzere, mürşidin, bir oto-kontrol mekanizmasının merkezî unsuru hâline gelişiyle ilgilidir.
İnsanoğlu fizikî olarak görüp şahit olduğu unsurlarla daha kolay irtibatlaşıp tesirleşir. Nitekim tasavvuftaki “fenâ fi’ş-şeyh” mertebesi, kişinin üstadına tam manasıyla benzemesi ve onun hassasiyetlerine paralel bir kazanım elde etmesinin ifadesidir. Mürid bu mertebeden önce günah işlerken yahut hata yaparken üstadını hatırına getirir ve bağının kuvveti nispetinde bundan geri durur. Bağı arttıkça bu ahval daha geniş bir kontrol periyoduna yayılır.
Bu durum; pratik hayattan örneklemek gerekirse, Allah Teâlâ’nın zina ile ilgili tehditlerine rağmen zina ederken, hanımının duymasından endişelenip korkanın durumu gibidir. Bir başka örnek olarak, görevini kötüye kullanırken Allah Teâlâ’nın hükmünü dikkate almayan fakat işverenin hışmından korkan görevlinin durumu gibidir. Bir başka misale göre ise, yapacağı birtakım hatalarda Allah Teâlâ’nın kelâmı ve hududunu dikkate almayıp anne-babasının ya da saygı duyduğu bir şahsın gözündeki itibarını kaybetmekten korkan kişinin ahvâliyle benzeşir.
Hiç kimse, zina ederken Allah Teâlâ’nın hükmünü aklına getirmediği hâlde, karısı duyar diye endişelenen adamın ya da diğer örneklerdeki günahkârların kâfir olduğunu söylememiştir; söylemez de! Allah Teâlâ’nın hududundan kâmil manada korkma olgunluğuna henüz erişememiş bir müridin mürşidinden çekinmesi, bu arka plân ile birlikte anlaşılmalıdır.
5. Netice
Muhakkak ki lâf anlamayan inkârcıya denilebilecek bir şey olmadığı gibi kendisini ikna edebilecek bir delil de mevcut değildir. Gayemiz, bu konuda sakındırıcı olmak ve “Her kim (ihlâs ile bana kulluk eden) bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harp ilân ederim…”[4] buyuran Mevlâ Teâlâ’nın tehdidini ve insaf hissini hatırlatmaktır…
Dipnotlar
[1] Eseri tercüme eden Mehmed Zahid Kotku Hazretleri böyle mana vermiş ve bu çeşitli tercümelerde yer almıştır.
[2] Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul, 5. Baskı, 2009, s. 455.
[3] Feridüddîn-i Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, trc. Süleyman Uludağ, İlim ve Kültür Yayınları, Bursa, 1984, s. 195.
[4] Buhârî, Rikāk 38.
Yorum
yani kusura bakmayın ama hayet rahatsızlık verici ifadeler.. bu mevzuyu bu kadar uzun uzadıya paklamak yerine kim olursa olsun kalbini yarıp içini göremediğimiz için zahiren bu ifadelerin doğru olmadığını görüyoruz neden demiyorsunuz..
seriat zahire bakar abiler.. Allah muhafaza ki bu ifade bu şekliyle kitaplarda geçmesiyle okuyanların imanını tehlikeye atar
Yorum Ekleyin