Tasavvuf; Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın insanları tevbeye çağırma, nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesini öğretme yoludur. Tarihi, edebiyatı, usûl ve esası ile baştanbaşa nezahetle dolu olan bu alanın müessesesi, irfan mektebi tekkelerdir. Bu muazzez kurum da tıpkı diğer dinî müesseseler gibi zaman zaman istismar girişimlerinin hedefi olmuş ve en büyük zararı da münkirlerinden çok istismarcılarından görmüştür.
Tarih boyunca örneklerine sıklıkla rastladığımız müteşeyyihler (sahte şeyhler) ve hain din adamları eliyle gerçekleşen istismar vakalarının yeni serisiyle karşılaşırken, daha pek çok hâdisenin tezgâhlandığı haberini alıyoruz. Adlî makamlara intikal eden, telâffuz ve imlâsından dahî imtina ettiğimiz söz konusu âdî suçların karşılıksız kalmayacağına ve fâillerin hak ettiği cezaya çarptırılacağına inanıyoruz.
Sahtenin gerçeği taklidi hemen her alanda görülebilen bir şey olmakla beraber, insanlar nazarında konumu itibarıyla şeyhlik rütbesi, istismar teşebbüslerine en çok konu olan makamdır. İstisnasız her konuda olduğu gibi dine yönelik istismar girişimlerini tespit sadedinde de hâk ile bâtılı ayırt etmenin yegâne yolu, “edille-i şer‘iyye” olarak bildiğimiz dinî delillere göre muhakemedir.
Kendisini şeyh ya da isminin önüne eklediği farklı unvanlarla, çeşitli söylem ve dervişane kisveyle takdim eden istismarcıların görüşleri ve hayatı mezkûr deliller muvazenesinde tartıldığında, sahtekârlıklarını anlamak hiç de zor olmamaktadır. Gerçekleştirdikleri istismar ise toplum olarak bu ölçüleri yitirmiş olmamızdan kaynaklanmaktadır.
Bir Kısım Medyanın Alçak Dezenformasyon Timi
Sözde âlimlerin, sahte Mehdîlerin, sahtekâr üfürükçülerin ve nevzuhur müteşeyyihlerin bir kısım medya eliyle, takındıkları unvanlarla beraber evvelâ gündeme taşınıp tanıtıldığı vakıası her hâdiseden sonra bir kez daha tespit olunmaktadır. Söz konusu sahtekârların münferid olaylara karıştıklarında suçun şahsiliği ilkesi görmezden gelinmek suretiyle tarîkat kurumu, şeyhlik makamı ve bütün dinî değerlerin tahkirane bir şekilde yıpratılması konusunda milletimizin yönlendirilmeye çalışıldığı da yeni örneklerle tekrar tekrar tecrübe edilmektedir.
Üniversitelerde, MEB’de, Adliye’de ve daha başka kurumlarda yaşanan âdî vakalarda hiçbir şekilde ilgili kurumların kapatılması ya da lağvedilmesi gündeme gelmez hatta en küçük bir sorgulama dahî görülmezken; imam-hatipler, Kur’ân kursları, medreseler ve tarîkatlar söz konusu olduğunda koparılan fırtınanın kaynağının ihanet hatta hıyanet olduğu noktasında tereddüte mahal yoktur.
Halk Ne Kadar Masum?
Cumhuriyet devrinin başından itibaren medya tarafından alabildiğine yönlendirilen halkın da bu noktada elbette büyük bir vebali vardır. Ebedî hayatın belirleyicisi olan dinî konularda en az geçici dünyalık işlerdeki kadar seçici ve dikkatli olması gereken toplum, istismarcılara kanıp durmanın veya istismar oyunları karşısında suçsuz-günahsız insanları hedef almanın yüklediği vebalden, maruz kaldığı dezenformasyona sığınarak elbette mazur sayılamayacaktır.
Her Akıl Sahibi, Tasavvufun Müstakil Bir Alan Olduğunu Tasdike Mecburdur!
“Tarikatlar kapatılsın!” diyenlerin evvelâ insaf ve izan takınmaları, sonra ise tasavvufun; tarihi, ıstılâhâtı, literatürü, edeb-erkânı, usûl-esası ve kurumsal yapısıyla inkârı kabil olmayan bir ilim dalı ve müstakil bir uzmanlık sahası olduğu gerçeğini kabul etmeleri elzem bir konudur.
Bundan sonra, alana yönelik iddiaları -her konu ve alanda olduğu gibi- mantık ölçüleri ve sahanın zikrettiğimiz dinamikleri çerçevesinde değerlendirmek gereği; cahilce ve mesnetsizce koparılan ideolojik yaygaradan bir netice hâsıl olmayacağı gerçeği, evleviyetle anlaşılması gereken bir hakikattir.
Gelişen münferid olaylar üzerinden kendi camiaları ya da toplumsal yapılarına yönlendirilen eleştirileri, “Bir kişinin yaptığı, topluma/topluluğa mâl edilemez!” diyerek cansiparene göğüslemeye çalışanların, benzer durumda karşı mahalleyi linç girişimine ânında katılıvermeleri insaf, izan ve insanlıktan uzak bir tavırdır.
Zikrettiğimiz hususlar, sahîh bir tarîkat ile başında müteşeyyih (sahte şeyh) bulunan; taklit, kisve, söylem, iddia ve popülarite ile toplum içerisinde bir şekilde yer edinen bâtıl tarîkat ya da cemaatleri birbirinden ayırt etmeyi sağlayacak bir şablon niteliğindedir.
Bahsettiğimiz şablonun meselemize tatbikine göre:
1- Bugün denetleyen yoksa da, tarîkatta hilâfetin ilk şartı, kâmil bir şeyhin, bir sâlikin şeyhlik kabiliyet ve kemâlatına sahip olduğuna dair tasdîki, yani icâzettir. (Hilâfet konusunda geniş malûmat edinmek isteyenler, Miftâhu’l-Kulûb’e bakabilirler.)
Bir kimsenin isminin önüne “şeyh” unvanı eklenmeden önce onun hilâfet açısından icâzet sahibi olup olmadığı sorgulanmalıdır. Beşik şeyhliği, düzmece vasiyetler, satın alınan eski müridlerin beyanı ya da sahte icâzetnameler herhâlükârda hükümsüzdür.
2- İcâzeti olmadığı gibi kendisini nispet ettiği şeyhin ailesinin de teberrî ettiği bir kimsenin yaptığı iş üzerinden bir tarîkata, bir câmiaya demediğini bırakmayan echel gürûha kâmil bir şeyhin evsâfını anlatmanın bir faydası olmayacağı âşikârsa da insaf sahiplerinin hakkı için hakikati ifade etmek lâzımdır.
En âdî suçlardan birini işleyip medyaya yansıyan telefon konuşmalarında her türlü pervasızlığı sergileyen adam hakkında, kendisini nispet ettiği tarîkatın âsitanesinin (kol/şube merkezinin) yıllardır yaptığı açıklamayı hiçe sayanlar bu alçak tezgâhın her neresinde iseler, oyunlar bozulmalı ve gerçekler ortaya dökülmelidir.
3- Şer‘-î şerîfe ve sünnet-i seniyyeye bağlılık ve ehl-i sünnet itikadını muhâfaza hassasiyetine sahip olmayan; zâhir-bâtın anlayışını usûl kaidelerine uygun şekilde tanzim etmemiş bâtıl bir yapıyı taklid eden yahut ona intisab edenler gafletleri sebebiyle mesuldürler. Böyle bir tablodan hareketle, hakikî hizmet ehlini; tarîkatları, cemaatleri, vakıfları ve dernekleri, muhtelif dinî grupların tamamını hedef almak ise cahillik ve aymazlıktır.
4- Bir başka husus da kendisini bir tarîkata nispet eden zâtın tatbikatını mensubiyet iddia ettiği yolun edep-erkânına uygun şekilde icra edip etmediği hususudur. Aksi yönde bir icra tutumu benimseyenlere karşı muhakkak dikkatli olunmalıdır.
Bu İstismar Son Olsun!
Bilgi ve haber kaynaklarının alabildiğince arttığı şu zamanda istismarcılara geçit verilmemeli ve istismar vakaları artık son bulmalıdır. Vicdanları tahakküm altına almak ve milletimizi dinî hayattan uzaklaştırmak gayesiyle sahaya sürülen müteşeyyihlerin, sahtekâr üfürükçülerin ve kökü dışarıda küresel plânların akademisyen ya da farklı etiketlerle arz-ı endam eden figüranlarının hileleri boşa çıkarılmalıdır.
Dinî esaslara aykırı hareket eden; inanç ve kabullerinde ehl-i sünnet ve’l-cemaat itikadına, amelde ve fetvada fukahânın usûl ve esaslarına, hâl ve harekette sünnet-i seniyye ve âdâb-ı şer‘iyye ölçülerine aykırı davranan; sahâbe-i kirâmın ve ulemânın aleyhinde konuşmayı âdet edinen akademisyenlerden veya sözde hocalardan uzak durulmalıdır. İnsanları ilim tahsiline teşvik etmediği gibi bilâkis ilimle arasına set çeken şahıslar unvanı ne olursa olsun takip edilmemeli ve bu anlayışın hâkim olduğu sözde dinî yapılar içerisinde asla bulunulmamalıdır.
Bu tür medya organlarına ve aynı minvalde sosyal medyada faaliyet gösteren odakların oluşturduğu bilgi kirliliğine karşı azamî dikkatli olunmalıdır.
İnanıyoruz ki, azîz milletimiz; topraklarımızı yoğuran ilim, irfân ve hikmet membaını muhafaza edecek, tevârüs ettiği yüce mirası kara propagandaya kurban etmeyecektir.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin