Talha Hakan Alp Hocaefendi şöyle buyuruyorlar:
‘’Bir sufî de tasavvuf alanında bir müctehiddir, Kur’an, sünnet, icma ile çatışmamak kaydıyla formlar geliştirebilir. Yaşadığı bölgeye, kültüre ve hitap ettiği İnsanların mizaç ve meşrep özelliklerine göre yeni formlar, uygulama ve örgütlenme biçimleri geliştirebilir.’’ (Hocaefendinin sözleri bitti.)
Bu konuyla ilgili birkaç kelâm edelim…
Tasavvufta ictihad mevzuunu salt olarak her Sûfî için ayrı bir durum olarak değil de kurumsal anlamda, öncü bir şahsiyetin, bir mürşidin özelinde ele almak daha doğru. Bir mürşid, gerekli gördüğünde tıpkı mezheplerin fukahasının yaptığı gibi ictihad edebilir, elbette usulü fıkıh kaidelerine ve ayrıca müntesibi bulunduğu Tarîkat-ı Aliye’nin temel usulüne bağlı kalmak şartıyla.
Mezheblerle mukayeseli bir şekilde detaylandırılabilir bu konu. Tarîkât-ı Âliye içinde ictihad faaliyetinde bulunan Pir veya Pîr-i Sânî ünvanlarıyla tasavvufi ıstılahatta sıfatlanan bu zâtlar daha çok fıkıh alanında Müntesip Mutlak Müctehid diye tabir edilen –bir mezheb imamının usulünü benimseyip o usul doğrultusunda yeri geldiğinde imamına dahi muhalefet noktasında bir ictihad faaliyetinde bulunabilen- müctehidlerin durumuna benzemektedir.
Örnek olarak Hanefi Mezhebi ile mukayeseli bir şekilde anlatabiliriz.
Hanefi mezhebi nasıl ki Ebu Hanife Rahimehullah ile başlamadığı gibi Nakşibendiyye de Şâh-ı Nakşibend ile başlamamıştır, Hanefi Mezhebinin Hammad-Nehai-Alkame-Abdullah b. Mes’ud ve başka bir silsilesi ve geçmişi olduğu gibi Nakşibendiyye’nin de birçok mürşidle gelen üç ayrı koldan silsilesi, ciddi bir geçmişi vardır ama nasıl ki Hanefi Mezhebi Ebu Hanife Rahimehullahın etrafında tedvin edilip kurumsallaşmışsa Nakşibendi Tarikatı da Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahauddin Kuddise Sirruhu etrafında tam teşekküllü olarak kurumsallaşmıştır.
Konuya dönecek olursak; Tarîkat içi bu ictihad faaliyeti o kadar belirgindir tarîkatin ismine dahi yansımıştır. Nakşibendi tarîkati tarih içerisinde bazı isimlerle anılmıştır. Mesela; Ubeydullah Ahrardan sonra Tarikatı Aliye-i Nakşibendiyye-i Ahrariyye, İmamı Rabbani Döneminden sonra …Nakşibendiyye-i Müceddidiyye, Muhammed Masumdan sonra Nakşibendiyye-i Masumiyye, Mirza Can Cananı Mazhardan sonra Nakşibendiyye-i Mazhariyye şeklinde. Bu isimlerle anılışı da bu ictihad faaliyetinin bir sonucudur yani bu zâtların her birinin döneminde Tarîkat-ı Âliye’nin edep-erkânında bizzat bu zâtlar tarafından bazı tasarruflarda bulunulmuş olması sebebiyledir. Bazı yeni edepler ilave edilmiştir.
Nitekim en son meşhur olarak Nakşibendiyye-i Halidiyye olarak anılmıştır Nakşîbendîlikten Mevlânâ Hâlid Hazretlerinden gelen kollar. Bu da bir Pîr-i Sânî olarak Mevlânâ Hâlid Hazretleri’nin Tarîkât-ı Âliye’nin edep-erkânında bazı değişikler yapmış olması sebebiyledir.
Genel İctihad Örnekleri:
Abdulhalık Goncdüvâni Hazretleri’nin koymuş olduğu sekiz esasın İmamı Rabbani tarafından onbire çıkarılması, haps-i nefes dersinin nakşibendilerin gündemine gelmesi, bazı mürşidlerin cehri zikirden tamamen men etmeleri, bazılarının ise bu usulle de ders telkin etmeleri, hatme-i hâcegân’ın günün belli bir saatinde sabitlenmesi sürekli kılınması, mürşidin ğıyabındaki râbıtanın, ahir zamana yaklaşmaktan kaynaklanan kısmi gevşeklik sebebiyle zorunlu bir ders olarak her gün belli bir vakitte olacak şekilde erkân arasına dahil edilmesi, ders usulünün vukuf-i kalbî ile başlayıp bazı tilavet-salavat derslerinin ilavesiyle birlikte Letâif ile daha sonra da Nefy-u İsbât ile bunun da haps-i nefes ve vukuf-i adedi ile beraber devam edecek şekilde belirlenmesi, murakabe usulünün ayrıca belirli bir şekilde erkâna yerleştirilmesi gibi tercihlerin böylece kurumsallaşması noktasında bu parağrafta zikretmiş olduğumuz bütün hususları Tarîkât-ı Âliye içerisinde Mürşidlerin ictihad faaliyetine birer örnek olarak zikredebiliriz.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin