Koronavirüs sebebiyle bazı ülkelerde Cuma namazının kılınmadığına yönelik haberlere medya üzerinden şahit olduk. Hastalık, cemaati terk sebeplerinden sayılmıştır.[1][1] Bununla beraber, Cuma namazının kılınmayacağı belirtilen ülkelerde ezan sırasında, “Eşhedü Enne Muhammeden Rasûlüllâh” ifadesinin ardından “Hayye ‘ale’s-Salât” ifadesine mukabil “Namazlarınızı evlerinizde kılın” ikazına yer verildiğine dair haberler de okumuş bulunmaktayız.
Bu tatbikat, İmam Buhârî (Rahimehullâh)ın da Ezan ve Cuma bahislerinde kaydettiği rivayete dayanıyor. Ezân bahsinde kayıtlı bulunan rivayet şöyle gelmiştir:
«Abdullah ibn Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) çamurlu bir (cuma) gününde bize hutbe irat edeceği sırada, müezzine, ezan okurken “Hayye ‘ale’s-Salât” sözüne ulaştığı zaman, “es-Salâtü fi’r-Rıhâl (Namaz evlerde kılınacak)” diye nidâ etmesini emretti. Bu emirden dolayı insanların bazısı bazısına baktı. Bunun üzerine Abdullah ibn Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ): “Müezzine böyle nidâ ettirmeyi İbn Abbâs’tan çok daha hayırlı olan kimse (yani Nebî Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yapmıştır. Bu (yani cuma namazı) zarurî ve vacip bir şeydir” dedi.»[2][2]
Cuma bahsinde yer alan rivayette ise, İbn Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)nın, “Çünkü cuma kat’î bir farzdır. [Yani ‘Hayye ‘ale’s-salâti’ (Haydin namaza!) nidâsıyla çağırılınca hemen icabet edip gelmek farz olur.] Ben ise sizleri, çamur ve çil içinde yürümeniz sebebiyle günaha sokmak istemedim”[3][3] şeklinde bir açıklaması da yer alıyor.
Ezanda, tevatürle gelen cümleler dışında bir ifade kullanılmasının ya da o cümlelerin başka ifade-ifadelerle değiştirilmesinin câiz olup olmayacağı hususu kitaplarımızda müstakil bahis altında detaylıca değerlendirilmiştir.
Konuyla ilgili tahlillere baktığımızda, namazı evde kılmaya dair ilân içeren rivayetin, Hanefîler tarafından ezandan sonraya hamledildiğini görmekteyiz. Nitekim gerek İmam el-Buhârî (Rahimehullâh)ın aynı babda mezkûr rivayetten daha önce kaydettiği rivayetler, gerekse diğer hadis kitaplarımızda yer alan rivayetler incelendiğinde, cemaatin terkinin ilânına yönelik ifadenin ezanı müteakip kullanıldığı anlaşılmaktadır. Hanefîler de bu grup hadis-i şeriflerle amel etmiş ve ilân için yer verilecek ifadelerin ezanın tamamlanmasının ardından kullanılmasını evlâ görmüşlerdir.[4]
İ‘lâü’s-Sünen’in 2. cildinde bu konuyla ilgili detaylı malûmat bulunmakla beraber,[5] o da daha çok İmam el-‘Aynî’nin ‘Umdetü’l-Kārî şerhinden istifade etmiştir. İmam el-‘Aynî hakikaten bu konuyu, hiçbir soru işaretine mahal vermeyecek şekilde değerlendirmiştir.[6]
Dipnotlar
[1] Merhum Ömer Nasuhi Bilmen, cemaate devam etmemeyi mubah kılacak özürleri bir pasajda topluca şöyle zikretmiştir: (Cemaate devam etmemeyi mubah kılan hastalıklar,) teyemmümü mubah kılacak derecede olan hastalıklardır. Felce uğramak, yürüyemeyecek kadar yaşlı olmak, kör olmak, haksız yere saldırıya uğramaktan korkmak, şiddetli yağmur ve çamur bulunmak, soğuk ve karanlık hâli olmak, hizmet etmeye mecbur olduğu ve ayrıldığı zaman zarar göreceği bir hasta bulunmak, yolculuğa çıkma hazırlığı ile uğraşmak gibi sebeplerdir… (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1986, s. 136.)
Cemaate devam etmemeyi mubah kılan özürler arasında yer alan “hastalık”, kişinin mustarip bulunduğu, cemaate gitmesini engelleyen türden bir hastalıktır. Bununla beraber, cüzzam gibi bulaşıcı hastalıklarda kişinin kendini karantinaya alması gerektiğine dair hadis-i şerifler de mevcuttur. Salgının durumuna bağlı olarak başkalarına bulaşma ihtimali ilgili kurullar tarafından değerlendirilecek bir husustur. Sadece küçük bir zümrede tespit edilen bir vaka, Cuma namazına iştirak edilmemesine yönelik bir karar için kâfi olmasa gerektir. “Bilim Kurulu”, salgının ilerleyen günlerdeki seyrine bağlı olarak, dinî hüküm ve dahi hassasiyetleri de gereğince değerlendirerek bir karar vermelidir.
[2] Buhârî, “Ezan”, 10. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in tatbikatını kaydeden hadîs-i şerîf, Nu‘aym ibn Abdullah en-Nehhâm (Radıyallâhu Anh) tarafından rivâyet edilmiştir. (Abdürrezzak, el-Musannef, I/502.)
[3] Buhârî, “Cuma”, 24.
[4] Diğer müctehidlerin konuyla ilgili görüşleri ise (‘Umdetü’l-Kārî’den naklen) şöyledir:
“Teymî der ki: Aralarında Ahmed ibn Hanbel’in de bulunduğu bir grup âlim, ezan esnasında konuşmaya bu hadise dayanarak ruhsat vermişlerdir.
İbnü’l-Münzir, ezan arasında konuşma hakkında Urve, Atâ, Hasân-ı Basrî ve Katâde’nin mutlak olarak câiz, İbrahim en-Nehâî, îbn Sîrîn ve el-Evzâî’nin mekruh, Süfyân es-Sevrî’nin yasak, Ebû Hanîfe ve İmameyn’in evlâ olanın terki kanaatinde bulunduklarını nakletmiştir. İmam eş-Şâfiî ve Mâlik’in açıklaması da Ebû Hanîfe’ye paraleldir. İshâk ibn Rahûye ise şöyle demiştir: Ezan esnasında konuşmak mekruhtur. Ancak namazla ilgili olursa müstesnadır. Îbnü’l-Münzir de bu görüşü tercih etmiştir.”
‘Umdetü’l-Kārî’den yapmış olduğumuz nakilde durum böyle ise de, Abdurrahman el-Cezîrî’nin el-Fıkhu ‘ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa’da bilhassa Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik’in görüşlerine dair kayıtları farklıdır. İbn Âbidîn Rahimehullâh da Reddü’l-Muhtar’da, herhangi bir şekilde konuşmanın mekrûh olduğunu kaydetmiştir.
[5] et-Tehânevî, İ‘lâü’s-Sünen, II/150-152 ve IV/200.
[6] Bedreddîn el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-Kārî, V/168.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin