Yetki zehirlenmesi dediğimiz bir şey vardır…
Hani şu, hak etmediği makamlara getirilip de yönetemeyeceği yetkilerle donatılan! Adaleti sağlayacağı yerde, giydiği -belki de sonradan değiştirdiği- gömlek, üzerinde birkaç kat büyük duran kimselerin, gazabına uğradığı o vahim hâl, içler acısı ahvâldir o… Tezahürü aynıdır işin aslı; yalnızca sonuç itibarıyla seviyeye göre farklılık arz eder.
Önce sınıf başkanı olarak çıkar karşımıza. Başkan kolluğunu taktığında, sınıf öğretmeninin baş yalakası kesiliverir. En büyük zararı, annesi evde yokken ekmeğini yiyip çorbasını içtiği kapı komşusunun çocuğuna verir. Evvelâ o çocuğu ezer. Varsa sınıfta, akrabalarına, dayı-emmi-hala-teyze çocuklarına falan diş geçirir.
Büyür, takım kaptanı filân olur. Zor zamanlarında açığını kapatan, top kaptırdığında arkasında kademe yapıp kendisini kurtaran arkadaşına bilenir evvela. İlk sattığı, o arkadaşı olur.
Askere gider; Onbaşı, Çavuş olur. Eline fırsat ve yetki henüz geçmediği dönemlerde koyun koyuna yatıp sırt sırta verdiği, yokluğu ve zorluğu birlikte yaşadığı devrelerini (tertiplerini) harcamaya kalkar. Komutan yağcılığıyla temayüz edip de kolluğu taktığında ‘’Kıllık bende!” diyerek, üst devrelerde toprağı (hemşerisi) olmadığından sahipsiz kalmış çömezler üzerinde güç ve yetki denemeleri yapan ‘’Ürkünç adam”a dönüşür.
Asker, İşçi, Aile Babası ve Akademisyen Olduğunda
İnzibat olur, ‘’Ben bilmem, merkez bilir’’ deyip durur. Çarşılarda ve caddelerde adeta sıkıyönetim bölge komutanı kesilir. İzin dönüşlerine (kışlaya gelen askerlere) ıstırap olur. Uzman Çavuş, Astsubay ya da Subay olması durumunda da tavrı ve tarzı katiyen değişmez. Yalnızca rütbesi ve kestiği ahkâmın seviyesiyle doğru orantılı şekilde yükselir.
İş hayatına atıldığında kuyruğunu kıstırıp pusar. Gün gelir posta başı, formen vs. olduğunda kendisini işletmenin sahibi zanneder. Babasının yeridir sanki orası. İşçi sınıfının korkulu rüyası oluverir bir anda. Zulmetmeye de evvelâ, kendisini orada işe sokan kıdemli köylülerinin ya da akrabalarının çömez yakınlarından başlar. Yaptığı tüm zulüm ve baskı, sahiplerine yaranabilmek içindir ama gün gelir yaranamadığı üstleri ve tasmasını boynunda gezdirdiği sahipleri tarafından tazminatsız biçimde kapı önüne konulur.
Evlenip yuva kurar; aile babası olur. İdrak edemez sorumluluğunu ve sahip olması gereken hassasiyeti. Aile reisliğinin verdiği yetkiden zehirlenip hanımını cariye, çocuklarını ise kölesi zannedip yediklerini ve içtiklerini burunlarından getirtir.
Site yöneticisi olur; evde tuz, şeker, limon ya da baharat bittiğinde, hanımının bunları istediği komşusunun söz hakkını ve mali haklarını gasp etmek olur ilk icraatı.
Hocalığında, öğretmenliği ve akademisyenliğinde de aynı karaktersizliği başarıyla(!) sergiler. Zeki ve dişli öğrencileri kendisine hedef seçer. Yok yere didişir durur. Mesleğinin ilk yıllarında kendisine destek olan arkadaşlarına doğrultur silâhlarını. İdarecilik, Müdür Yardımcılığı, Dekanlık hatta Rektörlük vetirelerinde hep onların omuzlarını basamak etmek ister kendisine. Ama bir yere kadar çıktıktan sonra yuvarlanıverir. Yine de o dostlarının kucağına düşmek olur cilveli kaderi.
Adaylığını koyup muhtar seçildiğinde, evvela akrabalarından hatta kardeşlerinden başlar haksızlığa ve onların arazisini, yerini-yurdunu tahrip edenlere yol vermeye.
Kulüp yöneticisi olduğunda, kulübün sahibi zanneder kendisini. Yarın ilk başarısızlıkta buruşturulup atılacağını hatta hain ilan edileceğini aklından hiç çıkarmaması gerekirken, yetkisinin saldığı zehirle üç kupa almış teknik direktörün görevine son vererek tefe konulup oynatılmak şeklinde cereyan edecek feci sonunu hazırlar.
Belediye Başkanı seçildiğinde, kodamanların uşaklığını yapıp içinden çıktığı varoşları, yoksulları, herkes tarafından her daim zaten ezilmiş bulunanları daha da ezer. Vicdanı, gecelere karabasan gibi çöküp de uykularını kaçırmaya başladığında zaten üzeri çizilmiş, aday olmayacağı ya da seçilemeyeceği bir sonraki yerel seçime sayılı günler kalmış, dolayısıyla iş işten çoktan geçmiş olur.
Kaymakamlıktan Valilik, Başkanlık ve Krallığa
Kaymakam olduğunda ilçenin; Vali olduğunda ilin sahibi zanneder kendisini. Yetkisinin ağırlığını taşıyamadığından: ‘’Kim takar Yalova kaymakamını?’’ sözüyle darb-ı mesel hâline gelmiş kaymakamın kimliğinde tecessüm eder. Çocukluğunda kendisine, ‘’Oğlum, senden adam olmaz!’’ diyen babasını, Valiliğe atanır atanmaz hiç utanmadan ve arlanmadan ayağına çağırtıp: ‘’Baba bak! Sen, adam olamaz demiştin ama Vali oldum!’’ giderine maruz bırakır. Neticede babasının: ‘’Ben sana Vali olamazsın dememiştim, adam olamazsın demiştim ey oğlum!’’ şeklindeki kaçınılmaz tarizine maruz kalmaktan da kurtulamaz.
Parti Genel Başkanı seçilir seçilmez ilk icraatına, dava arkadaşlarının kuyusunu kazmakla başlar. Onları saf dışı bırakmanın yollarını arar; tek tek ihraç ettirir hepsini. Akıbeti de icraatlarının gerektirdiği akıbetten gram şaşmaz. Makamın da mevkiinin de maskarası olur.
Adalet dağıtması için hükmetmekle, hâkimlikle vazifelendirildiğinde, bütün kanaatlerini zulümden yana kullanır. DGM Savcısı olur, dinle mücadeleye girişir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olduğunda, parti kapatmayı, milletin tercihini ayaklar altına almayı hobi edinir. Görevinden emekli olduktan sonra paçavra kadar kıymet görmeyeceğini hatta tarihteki zalimler hanesine kaydedileceğini bir an olsun aklına getirmez bile. Ama akıbeti, zalimler arasına kömür karası yazıyla kazınmak olur.
Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğunda, hükümetlere ve hükümet başkanlarına (Başbakan) ayar vermeye kalkışır, cürmüne bakmadan. Gücü kendisinde zanneder. Yetkilerini bir kıllık uğruna seferber eder, yasa iptalleri için el-avuç ovuşturur.
Paşa olduğunda rütbemin adamı olarak vatanıma ve milletime şöyle şanımla ve şöhretimle hizmet edip de köşeme çekileyim şerefimle demez; darbe planları yapar. Tankları millet için yürütme, halkı postal tabanıyla ezme, namluları millete doğrultma hayalleriyle yatıp kalkar; fakat bu hayalleri, hayal bile edemeyeceği bir şekilde ‘’er’’ pozisyonuna düşmekle, suda eriyip gitmiş olur.
Başbakan olduğunda doymaz, hep daha fazlasını ister. Kabineyi babasının aile meclisi zanneder. Ehliyet ve liyakate değil, yalamalık ve yalakalığa paye verir. Başbakanlığının saltanata, ailesininse hanedanlığa dönüşeceğine inandırır kendisini; kargaların acı kahkahalarına mukabil!
Cumhurbaşkanı olduğunda, nereden geldiğini unutuverir. Evvelâ kendisini bu göreve getirmiş olanlardan başlayıp, halka karşı diklenip şahlanır. Muhaliflerini acımasızca kodeslere tıktıran bir diktatöre dönüşür. Öldüğünde ne cenazesine geleni, defnedildikten sonra ne kabrine uğrayanı, ölüm yıldönümleri geldiğinde de ne bir hatırlayanı olur.
Cumhurbaşkanıyken ölmez de Devlet Başkanı filan olur. Sonra da iktidarını saltanata, ailesini hanedana dönüştürmeyi başarabilirse, neticede krallığa uzanır. Krallığı elde ettiğinde, yetki zehirlenmesinin boyutu da, makamının boyutunda olur. Evvelâ babasından başlar; cellada emredip onun başını kestirir. Nemrutlaşır, Firavunlaşır, ‘’Dinsizin hakkından imansız gelir!’’ vakıası doğrultusunda başına, Buhtunnasır gibiler musallat olur. Ölür, öldürülür veya halkıyla sürüm sürüm süründürülür hakeza sürgün edilir. Bazense mühlet verilir kendisine, İlâhlık taslayıncaya dek…
İlahlık iddiası, tacı ve tahtıyla birlikte, bazen İbrahim eliyle bazense Musa eliyle başına başına geçirilir. Cesedi-leşi, ibret vesikası olarak binlerce yıl sergilenecek müze malzemesi hâline getirilir. Kutsal kitapların kıssa kahramanı olarak tarihî romanlara, öykülere, masallara hatta şarkı ve türkülere konu olur tarih boyunca. Darb-ı mesel haline gelip dilden dile, nesilden nesle aktarılır. Berzahta bir tür cehennem çukuru ve bataklığına saplanıverirken, ahirette ise ilklerinden olur cehennemin dibini boylayanların.
Velhasılıkelam yetki zehirlenmesi dediğimiz bir şey vardır…
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin