Ordu’nun Doruk Noktası ya da Buzul Soğukluğu ve Kaya Kızgınlığında Yüreğe İşlenmiş Fantastik Bir Koordinat
Karın senede ilk düştüğü, karla kaplandığında tıpkı bir buzul kadar soğuk. Güneşin günle, şafakta ilk öpüştüğü, zevaldeyse kızıl kaya kadar kızgın. Sağanakla yıkanan, eşine ve benzerine ast rastlanan can suyuyla vadilere, obalara, köylere ve yaylalara hayat veren, kör dereleriyle coşup çağlayan, tozuyla ve toprağıyla aşındıkça aşınan, yeryüzüne çakılmış bir kazık. Gözlerin alabildiği son nokta, en geniş ufkun da hududu. Semaya dönük dik ve karlı, kararlı bir baş, göğe komşuluğunsa kapısı.
Eski çağların mirası, bugünün emaneti, yarıncıların sırdaşı, murislerininse şahidi. Birbiri üstüne yıkılıp kurulan medeniyetlerin beşiğini sallayan, uygarlıktan uygarlığa koşan, asırlara, çağlara meydan okuyan, yiğitlerin harmanı, er meydanının merkezi…
Bakmak ile görmek arasındaki farkı haykıran, fark edenle fark edemeyeni ayıran, farkında olanların gönlüne düşüp kayıran. Üç koca şehrin denge unsuru ve ortağı, yabanın hayat obası, köylerinse yatağı. Avcı palavralarının odağı, eski zaman yolcularının ölüp de kaldığı toplu insan kabristanı, hancıların umudu ve ekmek kapısı…
Neden-nereden takmışım kafaya, bilinmez. Aslında illa bir sebebi olması da gerekmez. Bir yerin hayranı olabilmek için oranın üstün özelliklere sahip olmasına veya rağbet görür olmasına lüzum yoktur. İtalo Calvino’nun Görünmez Kentler’de dediği gibi: ‘’bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır ya da onun sana sorduğu ve ille de yanıtlamanı beklediği sorudur…”
Yağlı Tepe (veya Keyiş Kayası) de işte tıpkı böyle; kimilerine göre belki de, kuş uçmaz, kervan geçmez, ıssız bir yerdir lâkin benim sorduğum soruların cevabını, bazen zirvesinde, bazen yamacında, bazen eteklerinde, bazense yatağında bulduğum yerdir.
Maneviyattan maddiyata uzanan böyle bir sır perdesi vardır, kim bilir, belki de; Kaf Dağından tevarüs etmiş olduğu… Bir de Coğrafik, topoğrafik konumu ve özellikleri elbette…
Koordinat verecek olursak: 40.521083, 37.947679 şeklinde girilebilir ama burası zirvenin koordinatıdır. Bir kartal yahut şahin değilseniz, mümkün değildir oraya direkt konabilmeniz. Ordu İlinin, Aşut Obasındaki Gönderiç Tepesiyle birlikte en yüksek noktası, doruğudur. Yaklaşık olarak; Yavşan köyüne: 5, Herközü’ne 2, Maden obasına 3, Sivas sınırına 4, Giresun sınırına ise 6km. kadar bir mesafededir. İstavro obasına ise kendisine en yakın yerleşim birimidir.
Adına şiirler yazılmamış, türküler bestelenmemişse bu; değersizliğinden, işe yaramazlığından ya da önemsizliğinden değil, garipliğindendir. Hem bu kadar yüce olunurken hem de öylece garip, yapayalnız nasıl kalınabilir, bu durumun olurunun ispatı ve en çarpıcı da örneğidir.
Adı google’lerde dahi zor bulunuyor, yeri ve konumu ancak güçlükte tespit edilebiliyorsa bu; kıymetsizliğinden, dikkat çekmezliğinden değil bilakis birileri için rant kapısına dönüştürülmemiş oluşundan, jeolojik devirlerden kalma bakirliğini ve temizliğini hâlâ muhafaza ediyor oluşundan, karteller tarafından istismar aracı edinilememiş oluşundan, çirkin eller tarafından henüz kirletilmemiş oluşundandır. Tatil ya da bir tür turizm merkezi edinilip de çevresine oteller doluşmamasından, doğallığını, güzelliğini ve tazeliğini korumaya, itinayla devam edişindendir.
Adına kitap yazılmamışsa, yazmaya değer bulunmadığından değil, muhatap kitlesinin kır hayatına kendilerini kaptırışından, onun şerefini ve ululuğunu doğuştan kanıtsamış olmalarından, onunla, temelden ve zeminden içselleşmiş olarak onda fani bulunmakla, farkını ve farklılığını fark edemeyişlerindendir. Farkı, Büyükşehirlere gidilip de kentleşmenin çarpıklığını, gökdelenlerin yapmacıklığını görüp de onun kucağına gerisin geriye dönüldükten sonra belki fark edilebilir. Bakan gözler, bu itici ve kötü tecrübelerden sonra algılayabilir onu ancak!
Halbuki eskiler çok ama çok iyi bilirlerdi. İpek Yolları, ticaret kervanları geçerdi vaktiyle eteklerinden. En mühim, en işlek ticaret yollarından biriydi diyor tarihler…
Yazarken bile kıskandım açıkçası! Bakmayın, bilinmiyor, tanınmıyor, hak ettiği değeri görmüyor diye sitem ettiğime. İnternette ondan bahseden birkaç yazıyla beraber, ben de yazmasaydım keşke diyorum. Hiçbirimiz yazmasaydık, hiç bahsetmeseydik de, samimiyetsizlerin, vurguncuların ve zalimlerin onu keşfine kapı aralamasaydık.
Saat gelip de, yerinden kaldırılıp yürütülünceye dek, çirkin ve ürkütücü eller hiç değmese göğsüne. Vakti gelip de paramparça oluncaya dek, kirli eller alet etmeseler emellerine. Sularının başı tutularak barajlar ve HES’ler kurulup da kendisinin ve çevresinin dengesi hiç bozulmasa.
Varsın olmasın kimseciklerin haberi. Sarraf bile ne bilsin, kıymetinden zaten bellidir…
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin