Ğurslu Muhammed Salih Ekinci Hazretleri Hüküm Dergisi’ne vermiş olduğu bir mülâkatta, “Mushaf-ı Fâtıma” konusuyla ilgili kısaca şu açıklamada bulunuyor:
‘’…Fakat şu da enteresandır ki, Humeynî vasiyetinde şöyle der: ‘İftihar ediyoruz ki Nehcü’l-Belâğa[1] gibi bir kitabımız var ve yine iftihar ediyoruz ki Mushaf-ı Fâtıma’mız var.’
Peki, Mushaf-ı Fâtıma nedir? İddia ediyorlar ki, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) dünyadan irtihal ettikten sonra Hazreti Fâtıma’ya vahiy gelirdi, Hazreti Ali de o vahyi yazardı. İddiaya göre, yazılan o kitap, Kur’ân-ı Kerîm’in üç misli kadardır ve içinde Kur’ân-ı Kerîm’de olan hiçbir harf yoktur.
Böyle inanıyorlar, buna göre -hâşâ- Hazreti Fâtıma da bir Peygamber! Hazreti Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de Hâtem-i Enbiyâ değildir. Bunu Humeynî en son yazmış olduğu vasiyetinde söylüyor.’’ [Molla Salih el-Ğursî (Ekinci) Hoca Efendinin sözleri sona erdi.][2]
Bilindiği üzere Sahâbe-i Kirâm Hazerâtına hasım olan Şiîlerin derin dalâletlerinden biri de Kur’ân-ı Kerîm’in tahrif edildiği yönündeki kabulleridir.[3] Küleynî’nin el-Kâfî’si de dâhil olmak üzere, onların temel kaynaklarında bu iddiayı olanca çarpıklığıyla görebilmek mümkündür. el-Kâfî’de yer alan bir rivayete göre, Kur’ân-ı Kerîm’in aslı on yedi bin ayettir, yani bugün ancak Kur’ân-ı Kerîm’in yaklaşık üçte biri elimizdedir.[4] (Hatta bazı rivayetlere göre, elimizdeki mevcut mushafta, bu ayetlerden bir tane bile yoktur!)
Bu inanca sahip Şiîlere göre, Kur’ân-ı Kerîm’in aslında bulunup da elimizdeki mushafta yer almadığını iddia ettikleri bazı âyet ve sûreler, Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vefâtından sonra Hazreti Cebrâil’in Hazreti Fâtıma’ya getirdiği vahiyler imlâ edilmek suretiyle oluşturulmuş olan, Hazreti Ali’nin yanındaki mushafta -yani Fâtıma mushafında- yer almaktadır.[5] Bu kabuller bize, Şia’nın, Sırât-ı Müstakîm’den ayrıldığı en önemli kavşaklardan birinin, Kur’ân-ı Kerîm’in tahrifine yönelik iddia bağlamında Fâtıma Mushafı meselesi olduğunu göstermektedir.
Bu kabullerin devamında karşılaşılan iddialarda ise işin renginin biraz daha değişerek fantastik bir boyuta evrildiği görülmektedir. Hayalî bir mushaf kurgulandığı ve bu mushafın Hazreti Ali’nin vefatını müteakip imamlar vasıtasıyla On İkinci İmam Muhammed Mehdî’ye intikal ettiği, imamın ğaybetiyle birlikte ortadan kaybolduğu ve imamın zuhuruyla beraber tekrar ortaya çıkacağı neticesi tespit edilmektedir.
Karşımızda duran kitap, risalet ve nübüvvet tasavvurunun sıhhat ve tutarlılık durumunu ilgililerin takdirlerine bırakıyoruz.
Şiîlerin Müdafaası
Kur’ân-ı Kerîm’in muhafaza olunacağını ilân eden ‘’…Biz indirdik elbette biz koruyacağız.’’[6] âyet-i kerîmesini elbette Şiîlerin de gözleri görmektedir. Peki, buna rağmen Kur’ân-ı Kerîm’in tahrif edildiğini nasıl iddia edebilmektedirler?
Bazı Şiiler, elimizde mevcut mushafın eksik olduğuna delâlet eden, “el-Kâfî” vd. kaynaklarda kayıtlı bulunan rivayetlerin, Ehl-i Sünnet kaynaklarında nesh bağlamında yer alan rivayetlerden farklı olmadığını söyleyerek bir müdafaa yöntemi tercih etmektedirler. Kimileri ise Fâtıma Mushafı özelinde yaptıkları müdafaada olduğu gibi, benzer rivayetlerin delâlet ettiği, mevcut mushafta yer almayan âyet ve sûrelerin ümmeti bağlayıcı nitelikte olmayıp teselli vermek ve birtakım ilmî incelik ve sırlara işaret için indirilmiş olduğunu, vahiylerle birlikte birtakım izah ve hadis açıklamalarından ibaret bulunduğunu savunarak işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadırlar. Lâkin sadece bir kısmını bahis mevzuu edebildiğimiz iddiaları değerlendirirken ortaya koyduğumuz kaynak ve nakillere bakıldığında dahî ahvalin hiç de öyle olmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, tahrif iddiasını bir i’tikâd olarak kabul etmelerine rağmen, umuma hitap ettiklerinde ya da Ehl-i Sünnet’in tenkitlerine cevap vermek maksadıyla harekete geçtiklerinde farklı bir tavır sergiledikleri görülmektedir. Bu vaziyetin arka planına biraz ışık tutulduğunda karşılaşılacak olan şey, takiyye inancına bağlı tavırdan başka bir şey olmamaktadır.
Hazreti Ali Mushafı ve Hazreti Fâtıma Mushafı Birbirine Karıştırılmamalıdır
Ulûmu’l-Kur’ân kitaplarına bakıldığı vakit Sahâbe’den hususî mushafı olanların isimlerinin zikredildiği bölümlerde Hazreti Ali’nin de ismi görülecektir. Hazreti Ali’nin mushafına dair bilgiler belki kafa karışıklığına sebep olup Hazreti Fâtıma’ya nispet edilen mushafla karıştırılabilir. Konuya dair kitaplarda zikredildiğine göre, Hazreti Ali âyet-i kerîmeleri ve kendine ait bazı tefsir notlarını bir mushafta toplamıştır. Bazı haberlerde bu yazım işinin, Peygamber Efendimiz’in (sallâllâhu aleyhi ve sellem) vefatından sonra gerçekleştiği ya da daha evvel başlanıp Peygamber Efendimiz’den (sallâllâhu aleyhi ve sellem) sonra Kur’ân-ı Kerîm’in muhafazası noktasında bir endişeden neşet ettiğinden ve bilhassa o vetirede yoğunlaştığından bahsedilmektedir.
Söz konusu mushafın, Şia taifesinin kurgusundan ibaret Fâtıma Mushafıyla hiçbir ilgisi bulunmadığı açıktır.[7] Bununla beraber, Hazreti Ali hem Hazreti Ebû Bekr’in cem faaliyetinde hem de Hazreti Osman’ın istinsah faaliyetinde aktif olarak yer almıştır. Bu aşamada herhangi bir itirazda bulunduğu kaydedilmediği gibi bilâkis desteklediği nakledilmiştir. Ayrıca, Kûfe’de iken de Hazreti Osman döneminde istinsah edilmiş olan mushafla hüküm vermiştir. Hazreti Osman’ın diğer mushafların yakılmasına yönelik emri karşısında, ‘’Onun bu işi hakkında hayırlı konuşun, bu işi o yapmasa, ben yapardım’’ diyerek destekleyen Hazreti Ali’nin, Hazreti Ebû Bekr ve Hazreti Osman dönemindeki mushafları tasdiki, tarih ve Ulûmu’l-Kur’ân kitaplarının ittifakla naklettiği bir bilgidir.[8]
Hazreti Ali’nin mushafında, elimizdeki orijinal mushafa göre ziyadeler olduğu iddiası da Kur’ân-ı Kerîm’e fazlalık ya da ondan eksiltme gibi bir anlam taşımamaktadır. Zira hususî mushaflarda âyet-i kerîmeler dışında birtakım not ve açıklamaların bulunması şaşılacak bir iş değildir.
Dipnotlar
[1] “Nehcü’l-Belâğa’nın ne aslı ne esası ne de senedi vardır. Ancak içinde az da olsa Hazreti Ali’nin bazı kelâmları vardır. Bunlara eklemeler yapılıp bir kitap yazılmış. Tabii kitap çok beliğ, çok edebîdir. Tıpkı “Makamât-ı Harîrî” gibi. Bu nazarla bakınca faydalıdır. Fakat ilmî olarak Hazreti Ali’ye isnadı kabul edilemez. Bu konuyla alâkalı, “Sahabe Dönemi” isimli kitabımızda malûmat vardır.’’ (Salih Ekinci Hoca Efendiyle Mülâkat: ‘’Şia’nın Hedefinde Müslümanlar Var!’’, Hüküm Dergisi, Sy. 8, s. 26.)
Konuyla özel olarak ilgilenenlere Sıddık Korkmaz’ın, ‘’Nehcü’l-Belâğa’nın Müellifi ve Metni ile İlgili Problemler’’ başlıklı çalışmasına bakmalarını tavsiye ederiz.
[2] Hüküm Dergisi aynı yer.
[3] Şâh Veliyullâh’ın oğlu Şâh Abdülaziz Dehlevî tarafından Farsça olarak kaleme alınıp Şakir Âlûsî tarafından, ‘’Muhtasâru’t-Tuhfeti’l-İsnâ ‘Aşeriyye’’ adıyla Arapçaya tercüme edilmiş ve Şia’ya yazılan en önemli reddiyelerden biri olarak kabul edilmiştir. Şia’nın tahrif ve mushaf iddialarını da geniş bir şekilde ele alan bu eserde, mevcut mushafta bulunmadığı iddia edilen iki sûreden biri olan Velâyet Sûresinin (diğeri Nûreyn Sûresi) metni de ayrıca yer almaktadır.
Şiiler için bu tahrif iddiası o kadar mühim ve temel bir iddiadır ki, en-Nûrî et-Tabersî’nin “Faslu’l-Hitâb fî İsbâti Tahrîf-i Kitâbi Rabbi’l-Erbâb” (Rablerin Rabbi’nin kitabının tahrifinin ispatı) isimli kitabı gibi, Kur’ân-ı Kerîm’in tahrifini kendilerince ispat sadedinde müstakil kitaplar dahi yazmışlardır. Mezkûr kitap bugün de matbu olarak mevcuttur ve et-Tabersî, Humeynî’nin de hürmet ve sitayişle bahsettiği bir zât olarak ayrıca mühimdir.
[4] Seyyid Hâşim el-Bahrânî’nin “el-Burhân fî Tefsîri’l-Kur’ân” isimli kitabında geçtiğine göre, “Bir soran kişi kafirler için vaki olacak azabı sordu; Ali’nin velâyetini inkâr eden kafirlere gelecek olan azabı sordu, mi‘raclar sahibi olan Allah’tan o zalime herhangi bir yardımcı, müdafi, savunmacı gönderilmeyecek!” şeklindeki bir âyet nâzil olmuştur ve bu âyet, mevcut mushafta yer almayıp Fâtıma Mushafında kayıtlı bulunan âyetlerdendir.
Benzer rivayetler ve bu rivayetlere bağlı görüş ve iddialar, Mirra Muhammed el-Meşhedî’nin “Kenzü’d-Dekāik”inde de geçmektedir. Bu eserdeki uzunca rivayetlerde, mevcut mushafta yer almayan âyet ve sûrelerde, imamların makamına ve ilimlerine dair bilgilerin, ayrıca Benî İsrail ulemasının ilimlerinin, hatta kıyamete kadar olmuş olacak her şeyin Fâtıma Mushafında yer aldığı savunulmaktadır.
[5] Bkz. 3. dipnot.
[6] el-Hicr Sûresi, 15’ten.
[7] Konuyla ilgili olarak Tayyar Altıkulaç’ın müstakil çalışmalarına bakılabilir.
[8] Detaylar için, ulûmu’l-Kur’ân kitaplarından es-Süyûtî’nin “el-İtkān”ı, tarih kitaplarından ise İbn Kesîr’in “el-Bidâye ve’n-Nihâyesi” başta olmak üzere, diğer ulûmu’l-Kur’ân ve tarih kitaplarına bakılabilir.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin