İman ne demek? İman ile bilgi arasında nasıl bir ilişki vardır? İman etmek ne demek? İman elbani kimdir? İman nedir? Tahkiki iman nedir? İman ne demek? İman casablanca, Taklidi iman nedir? İcmali iman nedir? İhsan ne demek?… şeklinde çokça arandığını gördüğümüz konuyla ilgili açıklamalarımızdan istifadelerinizi diliyoruz.
Akâid-kelâm kitaplarımızda en ince detaylarına varıncaya kadar beyan edilmiş olan iman esasları, “Âmentü” olarak bildiğimiz metinde kısa ve net biçimde ortaya konulmuştur. Konuyla ilgili âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin hükmünden oluşan bu metnin temel kaynaklarının başında “Cibrîl hadîsi” olarak bilinen hadîs-i şerîf gelir.
Abdullah ibni Ömer (Radıyallâhu Anhümâ), babasından şöyle rivayet etmiştir:
“Bir gün Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanında bulunduğumuz bir sırada aniden yanımıza elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zât çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğruca Nebî (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu ve: ‘Yâ Muhammed! Bana İslâm’ın ne olduğunu haber ver!’ dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘İslâm, Allah (Celle Celâluhû)dan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet etmen; namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yol (külfetleri) cihetine gücün yeterse Beyt’i haccetmendir’ buyurdu. O zât: ‘Doğru söyledin’ dedi. Babam dedi ki: ‘Biz buna hayret ettik. (Zira) hem soruyor hem de tasdik ediyordu.’
‘Bana imandan haber ver!’ dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Allah’a, Allah’ın Meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine ve âhiret gününe inanman, bir de kadere; hayrına ve şerrine inanmandır’ buyurdu. O zât (yine): ‘Doğru söyledin’ dedi. (Bu sefer): ‘Bana ihsandan haber ver!’ dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Allah’a: Onu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni muhakkak görür’ buyurdu. O zât: ‘Bana kıyametten haber ver!’ dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Bu meselede sorulan sorandan daha âlim değildir’ buyurdular. ‘O hâlde bana onun alâmetlerinden bari haber ver!’ dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Cariyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir’ buyurdu.
Babam dedi ki: ‘Bundan sonra o zât gitti. Ben hayli bir müddet (bekledim) durdum. Nihayet Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Yâ Ömer! O sual soran zatın kim olduğunu biliyor musun?’ dedi. ‘Allah ve Rasûlü bilir’ dedim. ‘Gerçekten o Cibril’di. Size dininizi öğretmeğe gelmiş’ buyurdular.”[1]
İlk dönemden itibaren hadîs râvîlerimiz temel hadis kaynaklarımızda kayıtlı bulunan ve “Cibrîl hadîsi” olarak anılan bu eşsiz mükâlemenin etkisinden kurtulamamış ve kendilerinden sonraki nesillere detaylı ve ayrıntılı bir şekilde rivayet etmişlerdir.
Biz konumuz gereği iman esaslarıyla ilgili tafsilâta girmeksizin daha ziyade “ihsan” mefhumu ve iman ile alâkası üzerinde durmak istiyoruz.
İhsan Ne Demektir?
Lügat açısından ihsan kelimesi, “bir şeyi iyi ve güzel hâle getirmek, güzel bilmek” anlamlarına gelir. Tasavvuf ıstılahında ise dünyada görebilmek mümkün değilse de Allah Teâlâ’yı görüyormuş gibi kulluk etmek anlamındadır. Bu açıdan bakıldığında sufilerin “ihsan” olarak ifade ettikleri şey, aynı zamanda bir makamdır. Nitekim Fîrûzâbâdî (Rahimehullâh) da ihsanın; imanın özü, ruhu ve kemali, dolayısıyla kulluk mertebelerinin en üstünü olduğunu belirtmiştir.
İman, İslâm ve İhsan Arasındaki Münasebet
Bir kulun ulaşabileceği en ulvî makamlardan biri olan ihsana erişebilmek her şeyden evvel sahih bir iman ve hayat boyu şeriata bağlı şekilde, salih amellerle dolu bir İslâmî hayatla mümkün olur. Bir kulda dinin kemale ulaşması, farz ve vaciplerin yanında sünnet, müstehap, mendup amellere devam etmekle, nafile ibadetlere ağırlık vermenin yanı sıra takva hayatını benimsemekle gerçekleşir. İhsanın en mühim yönlerinden biri de hiç şüphesiz tefekkür boyutudur.
İnsanın yüksek idrak ve hayat seviyesi anlamına gelen ihsanın takva ile bağlantısı konusunda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “…Şüphesiz bir hakikattir ki; her kim (haramlardan) iyice sakınır ve (belâlara karşı) sabırlı olursa, muhakkak ki Allâh (iyi amellerde bulunan) o muhsin kimselerin mükâfatını zayi etmez!”[2]
Takva ve ihsan bağlantısı hakkında bir başka âyet-i kerîmenin hitabı şöyledir: “…Allâh (her işte iyiyi ve güzeli arayan, bir de iman, salih amel, takvâ ve ihsân gibi vasıflarla Kendisine yaklaşmaya çalışan) o muhsin kimseleri sever (onların bu amellerine rıza gösterir, bu nedenle de onlara azap etmez).”[3]
Sufilere göre “ihsan”, tasavvufun temeli ve özünü teşkil eder. Bununla beraber, Cibrîl (Aleyhisselâm) hadîsinin ihtiva ettiği mefhumlardan biri olan ihsana ilişkin sualin önceki suallerle münasebeti konusunda İmam Eşref Ali et-Tânevî (Rahimehullâh) şu hususa dikkat çeker: “İhsan nedir sorusu, İman ve İslâm’ın hakikati sual edilip öğrenildikten sonra soruldu. Böyle bir usulün kullanılmasından, akîde ve zahirî amellere ilâveten başka bir emrin daha olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. İşte, buna ihsan denilmiştir. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in anlattığı gerçek ihsan, tasavvuf yolunun özü ve özetidir. Hadîs-i şerîf kısaca tasavvuf yolunun sıhhatini tespit etmektedir.”[4]
Ferdî ve Toplumsal Açıdan İhsan
İhsan mefhumu, daha önce Cibrîl hadisinde açıklandığı manadan farklı olarak; bir şeyi güzel yapmak ve iyilikte bulunmak anlamlarına da gelir. İhsanın Allah Teâlâ ile kul plânı noktasında izaha çalıştığımız anlamının yanında bir de diğer kullara ve mahlûkata yönelik anlamı da vardır ki bu iyilikte bulunmaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde ihsanın bu anlamı pek çok bağlamda zikredilmektedir. Nitekim, “Rabbin kesinkes emir buyurdu ki; Kendisinden başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya da tam bir iyilikle (davranacaksınız)!..”[5] âyet-i kerimesinde geçen “iyilikle davranmak” ihsan kelimesiyle ifade edilmiştir.
İhsan mefhumunun toplumsal açıdan önemi de infak bağlamında Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade buyurulmuştur: “Allâh yolunda (mallarınızı cömertçe harcayarak) infakta bulunun. (Geçiminizi bozacak şekilde israfa kaçarak yahut Allah yolunda cihat ve infaktan geri kalarak) ellerinizle (kendinizi) tehlikeye atmayın ve (verdiklerinizin yerini dolduracağı hakkında Allâh-u Te`âlâ’ya karşı) hüsn-i zanda bulunun. (Fakirlerin, muhtaçların bakımı dâhil tüm amellerinizi) güzelce yapın! Şüphesiz ki Allâh iyilik edenleri sever(; onların bu davranışına rıza gösterir ve kendilerini mükâfatlandırır)!”[6]
Aynı nasihati ihtiva eden bir hadîs-i şerîfte de konu niyetle beraber ele alınarak şöyle açıklanmıştır: “Allah iyiliklerin ve fenalıkların yazılmasını emretti; sonra bunları açıkladı: Bir kimse iyilik yapmaya niyetlenir de yapmazsa, Allah kendi yanında o kimse için tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer hem niyetlenir, hem de o iyiliği yaparsa on iyilik sevabı yazar ve bu sevabı yedi yüze ve daha fazlasına kadar çıkarır. Şayet kul, fenalık yapmaya niyetlenir de sonra vazgeçerse, Allah onun için tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer kötü ise, hem niyetlenir, hem de onu yaparsa, Allah o kimse için bir günah yazar.”[7]
Mevlâ Teâlâ, nakilde bulunduğumuz şekilde, muhsin kullarını bizlere örnek olarak göstermiş ve şöyle buyurmuştur: “Rablerinin kendilerine vermiş olduklarını (hoşnutlukla) alanlar olarak! İşte şüphesiz ki onlar bundan önce (dünyada salih ve) güzel amel(leri lâyıkı vechile) işleyen kimseler olmuştular.”[8]
Âyet-i Kerîmenin devamında onların özellikleri; tevbe etmeleri ve seherlerde yakarmaları, cömertlik ve diğer ulvî hasletleri vesilesiyle Allah Teâlâ’nın rızâsına erişmiş kimseler oldukları ifade edilerek sayılmıştır.[9] Mahmud Efendi Hazretleri onların vasıflarını zikrederken, en büyük özelliklerinin namazlarını seher vaktine kadar uzatıp o vakitte istiğfar ve yakarışa başlamak olduğunu belirterek bizlere nasihatlerde bulunmuştur.[10]
Mevlâ Teâlâ cümlemizi, her işinde rızasını gözeten, müttaki, muhlis ve muhsin kimselerden olabilme gaye ve gayretine sahip kullarından eylesin!
Dipnotlar
[1] Buhârî, Îmân, 37; Müslim, Îmân, 1; Tirmizî, Îmân, 4; Ebû Dâvûd, Sünnet, 17; Nesâî, Îmân, 4; İbn Mâce, Mukaddime, 9; Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, 1/21.
[2] Yûsuf Sûresi, 90’dan.
[3] Mâide Sûresi, 93’ten.
[4] Eşref Ali et-Tânevî, Hadislerle Tasavvuf, Umran Yayınları, İstanbul, 1995, s. 253-254.
[5] İsrâ Sûresi, 23’ten.
[6] Bakara Sûresi, 195.
[7] Buhârî, Rikak 31
[8] Zâriyât Sûresi, 16.
[9] Bkz. Zâriyât Sûresi, 17-19.
[10] Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, 3/172-173.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin