Bir süredir yazmak istediğim fakat ulu mabedin hüviyetine zarar verir endişesiyle geri durduğum bu konuyu, iddianın sosyal medyada sıklıkla dillendirilmesi sebebiyle ilgililerin bilgi ve dikkatine sunmak istedim.
Özellikle, tarih ve sanat tarihi alanında çalışmalarından istifade ettiğimiz güzel ve çalışkan insan Talha Uğurluel’in dile getirdiği, “Lâtin istilâsı sırasında Ayasofya’ya genelev muamelesi yapıldı” iddiası, kaynaklar tarafından doğrulanabilen bir iddiadır. Mukaddimeyi uzun tutmamak adına, sizleri konuya açıklık getirmesi bakımından yapmak istediğim iki iktibasla baş başa bırakmak istiyorum.
Lâtin İstilâsı ve İstanbul’un Yağma Günleri
Haçlı seferlerini üstün bir şekilde sunan Prof. Dr. Işın Demirkent, İstanbul’un birçok mühim tarihî eserinin de çalınıp Vatikan, Venedik, Torino gibi şehirlere ve Fransa’ya götürüldüğü söz konusu yağma günlerini ve Ayasofya’nın maruz kaldığı tahribatı şöyle anlatıyor:
“900 yıl boyunca Hristiyan dünyasının merkezi olan İstanbul bu yağma sonunda bütün ihtişamını, zenginliğini, sanat eserlerini, her şeyini bir daha yerine gelmeyecek şekilde kaybetti. Bütün kiliseler, manastırlar, saraylar ve kütüphaneler yağma edildi. Paha biçilmez sayısız ikon, kutsal emanet ve değerli eşya ya üzerlerindeki altın, gümüş ve kıymetli taşlar sökülüp alınmak maksadıyla parçalanıp tahrip edildi veya çalınıp götürüldü.
Hristiyanlığın en kutsal kilisesi Ayasofya’ya atlarıyla dalan Haçlı savaşçıları duvarları süsleyen ikonları, ipek halıları çaldılar veya yırtıp parçaladılar. Aziz tasvirleri ve kutsal kitaplar üzerinde tepinip şarkı söyleyen sarhoş askerler sanki Batı’nın uzun zamandan beri Bizans’a duyduğu nefreti kusmaktaydılar. Blakhemae’deki (günümüzde Ayvansaray) Kutsal Meryem Kilisesi (Meryem Ana Ayazması. Şifalı olduğuna inanılan su bulunan kiliseler “Ayazma” ifadesiyle beraber anılıyor) de aynı akıbete uğradı. Venedikliler imparatorluk merkezindeki kültür ve sanat eserlerinin birçoğunu toplayıp kendi şehirlerinin kiliselerini, saraylarını, meydanlarını süslemek üzere alıp götürürlerken, Fransız ve Flamanlar taşıyabilecekleri eşya dışında her şeyi en ilkel insanlara yaraşır şekilde tahrip ettiler.”[1]
Daha Detaylı Anlatım Akominatos’un Satırlarında!
“…Hücuma geçildi. Hücum üç gün sürdü. İnatçı direnişe rağmen şehir, 13 Nisan 1204’te düştü ve Haçlılar içeri girdiler. O zaman, şüphesiz tarihin anısını muhafaza ettiği en nefret verici haydutluklardan birini oluşturan müthiş bir talan başladı. ‘Boru sesleri arasında ve yalın kılıçlarını sallayarak evleri ve kiliseleri yağmaya koyuldular’ diye yazıyor Nikitas Akominatos (Honiatis).
Bu kötü adamların işledikleri dinsizlikleri nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Müminlerin, önlerinde ibadet ettikleri Kutsal Tasvirleri kırdılar, din şehitlerinin kemiklerini, adını anmaktan utanç duyduğum, kötü yerlere attılar. Kurtarıcının Vücudu ve Kanı yerlere saçıldı. Bu kıyamet günü habercileri, kıyametin gelişine öncülük eden bu günah işleyiciler, kiliselerden kutsal şarap ve ekmek konulmaya mahsus kapları aldılar ve bunların üzerlerindeki değerli taşları ve öbür süsleri söktükten sonra içki kupası olarak kullandılar. Büyük Kiliseye karşı gösterdikleri hakaret, derin bir korku duymadan tasavvur olunamaz. Baştan başa değerli maddelerden yapılmış bulunan ve bütün ulusların hayranlığına konu olan mihrabı kırdılar; parçalarını, kilisede bulunan değer biçilmez her şey gibi, aralarında paylaştılar. Kutsal vazoları, minberden, kürsüden, kapılardan söktükleri gümüş oymaları, altınları ve daha sayısız enkazı yüklemek için katırları ve atları kilisenin içine soktular; bu hayvanlardan bazıları, pek kaygan olan döşeme üzerinde düştüklerinden, onları kılıçlarıyla delik deşik ettiler ve kanları ve pislikleri ile kiliseyi kirlettiler. Gezginci zevk ve günah dükkânı bir genel kadın, patrik kürsüsüne oturdu; orada açık saçık bir şarkı söyledi ve kilisenin içinde dans etti… Vahşi bir azgınlıkla, bütün kadınlara ve özellikle en erdemli ve en saygıdeğer olanlarına, en masum genç kızlara, kendilerini Tanrıya adamış rahibelere tecavüz ediyorlardı… Bütün şehir umutsuzluk, gözyaşı, feryat ve iniltiden başka bir şey değildi.»[2]
Nikitas Akominatos’un Güvenilirliği
Tarih ve Sanat Tarihi alanında çalışkan ve velut şahsiyetlerden biri olan kıymetli Talha Uğurluel, mezkûr iddiayı dile getirirken büyük ölçüde bu kaynaktan yola çıkıyor. Bu noktada, vaka yazarının güvenilirliği gündeme geliyor…
Ansiklopedik kaynaklardan izini sürdüğümüzde, Konstantinopolis’in vaka yazarı, İmparatorluk görevlisi olmasına rağmen “tarafsız” bir kimse olduğu, ya şahit olduklarını ya da ilk elden duyduklarını yazdığı bilgisiyle karşılaşıyoruz.
Ayasofya’yı İkinci Dans Skandalı mı Açtırdı?
Ayasofya, nakletmiş olduğumuz pasajda geçen dans hâdisesinden 2,5 asır sonra tevhîd ile kucaklaştı. Benzer bir ahlâksızlık ve seviyesizlik ise 5 Ocak 2019’da sahnelendi. Belki de bu, gayretullâha son dokunuş oldu. Şartlar gelişti ve Ayasofya’nın camiye tahvîli vuku buldu.
Katolik dünyası hâlâ âh u vâh ededursun, tarih bunları hiçbir zaman unutulmayacak şekilde kaydetmiştir.
Dipnotlar
[1] Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, Dünya Yayıncılık, İstanbul, 1997, s. 177.
[2] Auguste Bailly, Bizans Tarihi, Tercüman 1001 Eser, Trc. Haluk Şaman, t.y., II/375-76.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin