Anadolu’nun muhtelif yörelerinde yaygın olarak kullanılan, hatta yazılı edebiyatımızda bilhassa şiirlerimizde, ağıt ve koşmalarımızda, türkü sözlerimizde yer bulmuş bir beddua kalıbı vardır; ‘’beş beter ol / olsun / olasın’’ şeklinde. Bu dörde inmez, altıya çıkmaz. Bu kalıp yeni nesil tarafından besbeter şeklinde kullanılıyor olsa da aslı; ‘’beş beter’’dir. Peki, neden beşten aşağı inmediği gibi yukarı da çıkmaz ve bu bedduanın ilham kaynağı nedir.
Bu bedduanın ilham kaynağı A’raf Sûresî’nin 132. Âyetî kerîmesinde İsrailoğulları’na aşamalı olarak gönderildiği bildirilen beş azap, beş beladır.
Bu beş azap aşamalı olarak ilgili âyet-i kerîme’de şu sıra ile zikredilmektedir;
1- Tufan,
2- Çekirge,
3- Kımıl (Ekin güvesi ya da kene),
4- Kurbağa,
5- Kan.
İnsanımızın sözlerinin, deyimlerinin büyük kısmı Kur’ân kaynaklı olduğu gibi bu mes’eleden de anlaşılacağı üzere bedduaları -bir kısmı diyerek tahsis edelim- dahi Kur’ân kaynaklıdır. İnsanımızın tarih boyu Kur’ân’dan uzaklaştırılmış olduğunu iddia eden Melacilerin de kulaklarını çınlatmadan geçmeyelim! İnsanları Kur’ân’dan acaba kimler uzaklaştırdı? Ulemâ ve Mezhep imamları mı yoksa kendilerine yol veren ve destekleyen şimdi de ellerine meal veren Cumhuriyetçiler mi?
Birkaç örnek…
Bu beddua muhtelif şiir ve türkü sözlerinde şu şekilde geçmektedir:
.…Gelsin şu halimi görsün inansın / Âllahtan korkmasa kuldan utansın / Dilerim âllahtan ‘’beş beter’’ yansın / Pek yaktı canımı dinsiz imansız… (Erzurum yöresine ait Erzurumlu Emrah’tan)
Bir başka örnek:
…Kerem olduk tüter çektik / Bülbül gibi öter çektik / Beterden ‘’beş beter’’ çektik / Türküler özümüz bizim…
Türk Halk Müziğinin özveriyle dinleyen ateist-marksistlerin çok tuttuğu türkücülerden Abdullah PAPUR da Kur’ân kaynaklı bu bedduaya Eyüp Aleyhisselâm’ı da zikretmek suretiyle bir türküsünde yer vermiş…
…Değiştirsem şu ismimi ne çıkar / Güldür beni artık bu kadar yeter / Bu dertleri ancak bu Papur çeker / İnan ki Eyüp’ten ‘’beş beter’’ oldum…
Açıklama:
Benzer farklı rivâyetler var onlardan birisini tercih ederek buraya aldık. Detayları (130, 131, 132, 133, 134, 135 ve 136. Âyet-i kerimelerle birlikte açıklanmış şekilde) buradan okuyabilir, daha fazla detay için tefsir kitaplarına müracaat edebilirsiniz.
Rivayet edildiğine göre Hz. Musa (a. s), Firavun ve kavminin küfürdeki ısrar ve inadını görünce şöyle dua etmiştir: «Ey Alla-hım. Firavun yeryüzünde büyüklenmektedir. Kavmi ahdini bozdu. Ey Rabbim! Onları öyle bir cezayla cezalandır ki bu onlara bir mihnet versin; kavmine ibret, onlardan sonra gelenlere de bir ders, işaret olsun.» Bunun üzerine Allah Teâlâ, şiddetli bir karanlık içinde 8 gün süren sağanak bir yağmur verir. Öyle ki bu süre içinde hiç kimse evinden dışarı çıkamaz. Evleri sel basar, boğazlarına kadar suya gömülürler. Fakat bu sırada, Mısırlılarla evleri iç içe olmasına rağmen, İsrailoğulları’nın meskenlerine bir damla su bile girmez. Sular toprak üzerinde aktığından onları ekin sürmekten, çalışmaktan alıkoyar. Bu sel cumartesiden cumartesiye tam 7 gün sürer. Firavun’un kavmi, «Ey Musa! Rabbine dua et, bizden bu belayı kaldırsın. Biz de sana iman eder ve İsrailoğulları’nı seninle beraber göndererek gitmelerine mani olmayız.» der*ler. Hz. Musa da (a.s) dua eder ve Allah Teâlâ da bu belayı üzerlerinden kaldırır.
Öyle ki bitkiler benzeri görülmemişçesine yetişmeye başlarlar. Fakat bu sefer onlar bu suyun kendileri için bir nimet olduğu kanaatine vararak Hz. Musa’ya iman etmezler. Allah Teâlâ da onların üzerine çekirge sürülerini gönderir. Çekirgeler ekinlerini, tahıllarını, kapılarını, hatta tavanlarını, elbiselerini, yataklarını yemeye başlarlar. Öyle ki kapılardaki demir çivileri dahi kemirirler. Ancak İsrailoğulları’na yine bir şey olmaz. Mısırlılar daha Önce yaptıkları gibi Hz. Musa’ya gelerek aynı şeyleri söylerler. O da sahraya çıkar, âsasıyla doğuya ve batıya doğru işaret ederek çekirgelerin geldiği taraflara döner bakar. Müfessirlerin rivayet ettiklerine göre esen bir rüzgâr çekirgelerin tamamını denize sürüklemiştir.
Ancak Kiptiler bu mucizeyi de gördükleri halde iman etmezler. Bu sefer üzerlerine ekin güveleri (kummel) musallat kılınır. Onlar da çekirgelerden arta kalan ekini yiyip bitirirler. Hatta bu hayvancıklar insanların elbiselerinden içeri girip kanlarım emiyorlar, kim bir şeyi yemek isterse hemen o şeyin içine doluyorlardı. On çuval unla değirmene giden bir kimse üç küçük torbayla zor geri dönebiliyordu. Bunlar insanların saçlarının içine giriyor, kirpiklerinin, tüylerinin arasında yuvalanıyorlardı. Çiçek hastalığının ciltte yapmış olduğu tahribatın aynısını bu küçük kurtçuklar yapıyordu. Rahat uyuyamadıklarından dolayı hiç huzurları kalmamıştı. Mısırlılar yine Hz. Musa’ya yalvarırlar. O da Allah Teâlâ’ya dua eder. Allah Teâlâ da bu afeti onların üzerinden kaldırır.
Bu sefer Hz. Musa’ya «Senin bir sihirbaz olduğuna kesin bir şekilde inandık» derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ onlara kurbağa felaketini musallat eder. Her yer, evleri, arazileri, eşyaları, kaplan kurbağa ile dolar. Kim hangi kabı açsa onun kurbağa ile dolduğunu görüyordu. Oturanların boğazlarına kadar kurbağalar sarılıyor, konuşmak isteyenlerin ağızlarına kurbağalar giriyordu. Yemek kaplarının içine giriyor, ateşlerini söndürüyorlardı. Yere uzanan kimsenin üstünde toplanıyorlar, yığın yığın geliyorlardı. Kimsenin kıpırdayacak hali kalmamıştı. Biri yemeğe başlasa elindeki lokmayı önce kurbağalar yutuyordu. Bir kimse hamur yapmak istese hamur teknesi kurbağalarla doluyordu. Sonunda yine Hz. Musa’ya müracaat ederek dua etmesi için yalvarırlar. O da kendilerinden bu belanın kalkması halinde iman edeceklerine dair söz alır.
Belâ defolur ama yine sözlerini tutmazlar. Allah Teâlâ da üzerlerine kan gönderir. Öyle ki Nil nehri pıhtılaşmış bir kan şeklinde akmaya başlar Tüm sular kan haline gelir. Firavun bir Kıpti ile bir İsrailliyi aynı kabın önüne getiriyor, Kıpti’nin önü kan olurken İsraillininki su olarak duruyordu. Ya da ikisini havuza sokuyorlar, Kıpti kana bulanmış olarak çıkarken İsrailli su ile yıkanmış bir şekilde çıkıyordu. Hatta bazen Firavun’un efradından bir kadın İsrailoğulları’ndan bir kadına gelerek kendisine su içirmesini istiyor ve fakat kendisine verilen su daha kabındayken kana dönüşüyordu. Onu kendisine içirmesini istese bu sefer su, ağzına gelirken kan oluyordu…
(Konu için Prof. Dr. Orhan ÇEKER Hocaefendi’nin 1434 hicri yılı Teravih Tefsir dersleri 1. Ve 2. Dersteki vurgularından yola çıkılmış, tefsire dair malumat Ali Arslan Hocaefendi’nin Büyük Kur’ân Tefsiri kitabının, ilgili âyet-i kerîmelerin tefsirinin geçtiği kısmından nakledilmiştir.)
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin