Muhammed Emin Er Hazretleri Mürşidin Alnını Merkeze Alan Râbıta Tarifi Hakkında Ne Söyler
Ulemanın vefâtıyla açılır asıl sandıklar. Âlimin vefâtı demek; ondan istifadenin asıl başlangıcı demektir. Hakkında bilinmeyenler de ortaya dökülür. Talebeleri açar onu, insanların göremediği sırları –bir nebze-, o zaman görülür. Hepsi –büyük ölçüde- birer birer ifşâ edilir. Hayattayken kıymeti bilinmez, vefatından sonra da hakkıyla bilinmez –bilinemez- ama eskiye nazaran biraz daha tanınır. Bizim için Şeyh Muhammed Emin Er Hazretleri’nden istfâde asıl bugün başlamıştır…
Dedikten sonra…
Rıhle Dergisinin Tasavvufla ilgili birinci sayısı olan 14. Sayısı çıktığında bir arkadaşım beni arayarak;
– Rıhlenin son sayısına baktın mı, Muhammed Emin Er Hoca da şeyhin alnının merkeze alındığı râbıta hakkında olumsuz konuşmuş’’ deyiverdi. Bir-iki hafta kadar sonra dergiyi temin ettim…
Derginin soruşturma bölümünde Tasavvufa dair sual yöneltilen hocaefendilerden birisi de Muhammed Emin Er Hocaefendi. Hocaefendiye burada –çok önemli suallerin yanı sıra- Râbıtâ-i Şerîfe’ye dair de bir sual yöneltilmişti…
Hocaefendi, gerçekten de beni can havliyle arayan kardeşimizin söylediği gibi bu şekilde tarif edilen râbıtayı tenkit etmiş, kötü râbıtalardan mı saymıştı. Beni arayan arkadaşımızın örnekliğinde Râbıta ile ilgili dergide neşredilmiş bu beyanların nasıl anlaşılması gerektiği üzerine naçizâne birkaç kelam etmek istiyorum.
Ben bu konuyu böyle internet gündemine taşımak istemezdim ama Hocaefendi’nin vefâtı vesilesiyle Dâru’l-Hikme sitesinde bu mülakatın tamamı yayımlandı, muhtemelen mülakat yaygınlaşacaktır, o yüzden bu noktayı biraz ön plana çıkarmak istedim.
Mülakat şöyle gelişiyor: (altını çizdiğim kısımlara dikkatinizi çekerim)
‘’ Seyda, râbıtayı nasıl tarif ediyorsunuz?
Bizde râbıta, muhabbet manasında olan râbıtadır. Mürid şeyhini, ana-babadan daha ziyade sevmeli ve onun emrini yerine getirmelidir… Çünkü ana-baba insanın dünya hayatına; şeyh ise âhiret hayatına sebeptir. Öyleyse şeyhin söylediği söze “yok” denmemeli; derhal yerine getirilmelidir. Fakat şeyh, şeyh olmalıdır. Yani şeyh; ilim, amel ve ihlas sahibi olmalıdır… Şeriata ve Hz. Peygamber’e bağlı olmalıdır. Mürid öyle bir şeyhi bulmuşsa ona teslim olmalıdır. Teslimiyet olmazsa, yüz sene müritlik de yapsan bir faydası olmaz… Teslimiyet ve muhabbet lazımdır. Mürid şeyhini ana-babasından daha fazla sevmelidir. İlim, amel, ihlas, tarikat ve sünnete ittiba sahibi bir şeyhe teslim olunduğunda kısa bir zamanda maksada vasıl olmak mümkündür. Ama “ben kendi kendime bu işi yaparım” derseniz bu çok zordur. Ancak Gazzâlîler gibi olursan kendini kurtarabilirsin yoksa mürşidiniz olmazsa bataklıkta kalakalırsınız.
Az önce de söylediğimiz üzere râbıta, muhabbet bi’ş-şeyhdir. Müridin şeyhini azim bir muhabbetle sevmesidir… Ana-babasından üstün tutmasıdır. Her şeyde olduğu gibi râbıtanın da meşru olanı vardır fakat meşru olmayanı da vardır. Şeyhin suretini karşısına getiriyor. Onun alnına bakıyor… Gözleri kapalı olarak şeyhin alnından bir nurun geldiğini hissediyor… Kalben yardım talep ediyor. Böyle bir şeye de râbıta deniyor. Sanki daima şeyhinin ruhaniyetiyle beraberdir. Böyle çeşitleri de var râbıtanın… Fakat İstifâz manasındaki râbıta bidattir. Hâlis râbıta kalbin bir şeye bağlanmasıdır. Bir kimse para kazandığı işini seviyor, diğeri karısını seviyor ve onu daima hatırında tutuyor… İşte bu, râbıtadır. Hiç râbıta yapmayan var mıdır? Şakî kimseler, bazı haramları sürekli hatırında tutuyor; bu da bir râbıtadır. Fakat tasavvuftaki râbıta Allah Teâlâ’yı daima tefekkür etmek, O’nu mütemadiyen hatırda tutmaktır… Zâhirin halk ile; bâtının Allah Teâlâ ile olmasıdır… Meşru râbıta budur.’’ (iktibas sona erdi)
İktibas etmiş olduğumuz bölümde şu iki kısmı ayrıca ele almak gerekiyor, zannederim beni arayan kardeşimizin söylemlerinde yola çıkmış olduğu kısımlar da bunlar;
1. Kısım:
‘’Her şeyde olduğu gibi râbıtanın da meşru olanı vardır fakat meşru olmayanı da vardır. Şeyhin suretini karşısına getiriyor. Onun alnına bakıyor… Gözleri kapalı olarak şeyhin alnından bir nurun geldiğini hissediyor… Kalben yardım talep ediyor. Böyle bir şeye de râbıta deniyor. Sanki daima şeyhinin ruhaniyetiyle beraberdir. Böyle çeşitleri de var râbıtanın…’’
Burada şimdi râbıtanın meşru olmayanı da vardır denildikten sonra Şeyhin alnından nur geldiğini hissetme şeklinde tarife devam edilen râbıtanın zikredilmiş olması, bu tür râbıtanın meşru olmadığının beyanı şeklinde anlaşılmış.
2. Kısım:
‘’ Şeyhin suretini karşısına getiriyor. Onun alnına bakıyor… Gözleri kapalı olarak şeyhin alnından bir nurun geldiğini hissediyor… Kalben yardım talep ediyor. Böyle bir şeye de râbıta deniyor. Sanki daima şeyhinin ruhaniyetiyle beraberdir. Böyle çeşitleri de var râbıtanın… Fakat İstifâz manasındaki râbıta bidattir. Hâlis râbıta kalbin bir şeye bağlanmasıdır. Bir kimse para kazandığı işini seviyor, diğeri karısını seviyor ve onu daima hatırında tutuyor…’’ (iktibas sona erdi)
Burada da hocaefendinin ‘’istifâz(d) manasındaki râbıta bid’attir’’ sözünün burada, tarifi daha evvel geçmiş olan râbıtadan sonra gelmiş olması yine bunun şeklî râbıta dediğimiz râbıtanın bid’at olduğu görüşünün beyanı şeklinde anlaşılmış oluyor muhtemelen.
‘’İstifâz’’ Türkçede de ‘’istifade’’ olarak kullanmakta olduğumuz kelimedir. Buradaki ayırım muhtemelen şu şekildedir;
1- Râbıtayı sadece muhabbet bağlılığı olarak anlamak / algılamak,
2- Râbıtayı sadece muhabbet bağlılığından da öte bir feyz akışı, mürşidden gelen feyz ve bereketin, ondaki güzel hasletlerin müride akışı şeklinde anlamak / algılamak.
Benim bu sözlerden anladığım, böyle bir ayrımdan bahsedildiğidir. Hocaefendi’nin buradaki sözleri kanaatimce tavzîhe muhtaçtır, çok açık değildir. Hülasa; benim bu mülakattaki ifadelerden anladığım bundan ibarettir. Vallahu A’lem Bi’s-Savab
Hocaefendinin görüşünü tam olarak tespit etme noktasında bize ışık tutacak veriler vardır. Hocamızın bir fetva kitabı olacak. O kitabında da belki daha detaylı bilgiler vardır. Ona henüz ulaşma imkanım yok ama kendilerinin 1997 yılında İslâm Dergisinde şöyle bir soru-cevap yazısının çıktığına dair elimizde malumat vardır. Ayrıca Hocaefendinin şeyhinin de râbıtayı müdafaa cihetinde bir risalesi vardır. [*] Konuyla ilgili yazacaklarımızı Hocaefendinin 1997 senesinde İslâm Dergisinde neşredilmiş bir yazıda Râbıta’ya dair açıklamalarını Halis Ece’nin Râbıtaya dair risâlesinden iktibasla şimdilik bitirelim.
Hocaefendi’nin 1997 senesinde İslâm Dergisinin bir sayısında Râbıta’ya dair beyanları şu şekilde;
Soru: Rabıta şirk midir?
Cevap: Rabıtanın çeşitleri vardır. Şirke yakın rabıta da vardır, meşru olan rabıta da vardır. Eğer ki şeyhin rabıtası şöyle olursa, sanki şeyhin yanındadır, sanki ona bakıyor gibi, onun için kendini toparlıyor, hatalardan sakınıyor, onun hareketlerini de hatıra getiriyor, ona kendisini uyduruyor. Bu meşrudur. Sahabiler Peygamber’in sözlerini nasıl muhafaza ederdi? Peygamber’in kalkıp oturmasını, bütün hareketleri de öyle hıfz ederdi. Hatta hadisi naklederken, Peygamber bunu söylerken yatıyordu, oturuyordu, oturuyordu kalktı, yüzü kızardı, sesi yükseldi… Bu şekil rabıta meşrudur. Ayet-i Kerime’nin meâlinde “Ey iman edenler Allah’tan korkun, sadıklarla beraber olun.” buyuruluyor. Mümkünse onların sohbetinde bulunun, mümkün olmazsa manen onların yanındadır. Onların yanındaykenki o durumu hıfzında tutuyor. Bu rabıta da burdan alınmıştır. Bu ayet-i kerimenin şümulüne giriyor. Bir de hadis-i şerifte, “Sizin efdaliniz göründüğü zaman Allah hatıra geliyor.” O zaman, onu sureten görmediği takdirde onun şeklini düşünüyor. Onu hatırladığı zaman Allah hatıra geliyor. Çok salih bir kişiyi gördüğü zaman Allah hatıra geliyor. Burda o zaman göz ile değil de, hatıra getirdiği zaman da Allah hatıra geliyor, Allah’ı zikrediyor.
Şeyh rehberdir. Bu şekilde rabıta şirk değildir, faydası vardır; eğer itikad ediyorsa ki, rabıta vesiledir, murakabeye vesiledir. Bir müstakil insan, Allah’u Teâlâ beni görüyor, sözlerimi işitiyor, kalbimde olanı biliyor, vakıftır deyip her an bunu aklında tutuyor, gaflete dalmıyor, o dereceye gelenler rabıtayı terkederler.
Rabıta maksud-u bizatı arada ki vasıta olmadığından, Allah olduğundan dolayı şirk olmuyor. Ama onun maksud-u bizatı eğer hayal ettiği falansa ya da ondan bir şeyler talep ederse, beni kurtar, bana Allah mal versindiye ondan isterse, o zaman şirkten korkuluyor. Ama diğer tarafta dediğimiz gibi bu olmayınca, o esas şirk değildir, menfaati vardır. (İslam Dergisi, Mart 1997, S. 20-21)
[*] ed-Dabıta Fi’r-Râbıta / Râbıtada Usul – Şeyh Seyda Muhammed Said el-Cezerî.
Arama motorlarında Türkçe tercümesini pdf formatında bulabilirsiniz.
7 Yorumlar
Üstadım, Hocaefendi’ye ait “Fetvalar” isimli kitabında Rabıta ile ilgili herhangi bir mesele yer almamakta…
Allah’a emanet olunuz…
ALLAH Subhanehu Tebareke Ve Teala râzı ve memnûn olsun, çok teşekkür ederim. Mülakat esnasında bazı sorular sorulup genişletilse iyi olacaktı diye düşünüyorum. Ben inşaAllah Seydâmızın (merhûm) talebeleriyle görüşüp Seydâmızın görüşünün tam olarak ne olduğunu duyuracağım.
Tekrar tekrar teşekkür ederim. O eseri de (Seydâmızın fetvalarını) edineceğim inşaAllah.
Konu ile ilgili Hocaefendi’nin farklı açıklamalarına ulaşırsanız, bilgi edinmek isteriz.
Allah Teâlâ(c.c) yardımcınız olsun, Selametle…
TARTIŞTIĞINIZ KONU İLE İLGİLİ BABAMIN 1984 YILI İSLAM DERGİSİNDE YAPILAN BİR ROPÖRTAJINI GÖNDERİYORUM. Ropörtajın tümü facebook sayfasında bulabilirsiniz.
iBRAHİM HALİL ER
İSLAM: İhtilafın en fazla olduğu konu rabıta konusu, yapılış biçimi, veriliş biçimi, şekli … vs.
M. Emin ER: rabıta, lügatta bir şeyi bir şeye bağlamak, ıstılahta ve tasavvufi ma-nada, müridin mürşidini cemalen karşısında ve iki gözü arasında bir nur gibi hissederek düşünmesi ve öylece tefekküre dalmasıdır. Veya şeyhinin hal ve hareketlerini tamamen aklında tutarak, tefekkür ederek, kendi hareketlerini şeyhinin hareketlerine benzetmesidir. Şeyhim böyle yedi, böyle içti, böyle hareket etti diyerek kendisini de o hareketlere benzetmesidir. Bu tür düşünmeye de rabıta diyenler olmuştur.
Rabıta meşrudur diyenler “sadıklarla beraber olmak” ayetini delil göstermektedir-ler. Sadıklarla beraber olmak, ya maddeten ya manendir. Kişi bedenen sadıklarla be-raber olur, onların sohbetlerine iştirak eder ve onlara hizmet ederse, maddeten beraber olur. Manevi beraberlik ise; Kişinin sadık zatın veya zatların huzurunda bulunuyor-muşçasına, onların sohbetindeymişçesine tefekkür etmesidir. Bir de: ‘Eğer Allah’ı se-viyorsanız, bana ittiba ediniz ki, Allah da sizin günahlarınızı mağrifet buyursun’ ayetini rabitaya delil göstermişlerdir. İttiba için iki şarta ihtiyaç vardır: ya bizzat tabi olunacak zatı görmesi veya onu hayal etmesi. Şimdi biz ümmet için Resulullah s.a.s’ı dünya gözüyle bizahiti görmek mümkün olmadığından hadis-i şeriflerin ve şemal-i Resulullah’ın ışığı altında peygamber efendimizi gözlerimizle, kalbimizle ve aklımızla hayal ediyoruz ve öylece sünnet-i seniyyelerine yapışmak istiyoruz. İşte bu yapılan rabıta manasında Resulullah’a ittibadır.
Şimdi bir şeyh ders tarif ederken işte böyle hareket edeceksiniz dese ve onu göre-meyen müridler de öylece hayal etse ve rabıta etseler şeyhlerine ittiba etmiş olurlar. Şeyhini görenlerde zaten şeyhini gözünün önüne getirerek, kendilerine verilen dersleri – ki bu dersler kulu Allah’a daha kolay yaklaştırabilmek içindir- yapmaktadırlar. İşte biz buna rabıta diyoruz.
Mesela Resulullah s.a.s. efendimiz hadis-i şeriflerinde ‘Ölümü çok çok düşününüz’ buyurmuşlardır. Şimdi ölümü düşünmek nasıl olacak? Elbette insan öldüğünü göz önüne getirecek, kefenlendiğini, gasledildiğini, cenazesinin kılındığını ve mezara defnedildiğini düşünecek. Bu neyle olur? Ölümü hayal etmekle, ölümle rabıtalı ol-makla mümkün olur. Zaten buna da tasavvufta ‘rabıta-i mevt’ demişlerdir.
Hadis-i Buhari’de de Hz. Ebu Bekir-i Sıdık r.a: ‘ Ya Resulullah! Tuvalette dahi seni görüyor, gözlerimin önüne cemaliniz geliyor ve haya eyliyorum…’ buyurarak rabıtayı işaret etmiştir. Bu hadis sahih hadistir.
Kanaatimizce rabıtanın en güzel delili şudur: Sahabe-i Güzin efendilerimiz pey-gamberimizin sohbet halkalarında bulunurlarken kalben, söyledikleriyle beraber pey-gamberimizi düşünüp zikrediyorlar ve büyük bir huşu’u yaşıyorlardı. Hatta bir kısım sahabe, efendimize gelerek ‘ Ya Resulullah! Bizler münafık olmaktan korkuyoruz. Huzurunuzda bulunduğumuz vakit sizleri kalpten düşünüyor ve zikr ile kendimizden geçiyoruz. Ama sizden ayrılınca bu durumu yaşayamıyoruz. Nifak mı oluyor korku-sunu yaşamaktayız.’ dediklerinde, peygamber s.a.s efendimiz: ‘Öyle düşünmeyin. Çünkü sizlerin o haliyle melekler musafaha ediyordu’ buyurdu. Kanaatimce bu en gü-zel delildir. Çünkü Resulullah’ın huzurunda da, ayrıldıklarında da rabıta ve zikir yapmıştır sahabe efendilerimiz.
Peygamberimizin yolunda giden ulema ve Salihlerimizde de, ümmetin yol göste-ricileri ve önderleri olduğu için irsen bu hal onlarda da bulunur. (peygamberin varisleri olması dolayısıyla) Yani bu gibi zatların yanında hep Allah c.c. hatıra gelir. Zikir hatıra gelir. Hadis-i şerifte de: ‘Sizin en faziletliniz, görüldüğünde Allah hatıra gelendir’ buyrulmuştur. Demek ki, herhangi bir şahsı gördüğümüzde Allah ve Resulü hatırımıza geliyorsa ve onun hali bizi takvaya sevkediyorsa o zat ümmetin ulularındandır, ulemadandır, sulehadandır. Bu gibi zatların yanından ayrılıp onların hallerini hatırı-mızda tutsak yani rabıta kursak yine Allah ve Resulü ve takva hatırımıza gelir. Şimdi bundan güzel bir şey olur mu?
Demek ki rabıta: Şeyhin suretini düşünmeyi, göz önüne getirmeyi vesile ederek, Allah ve Resulünün hatırlanmasına, zühd ve takvaya sevk etmektedir. Allah’tan gafil olmamayı kazandırmaktadır. Bunlar zaten kitap ve sünnetle emir olunan hususlardır.
Gerçek tasavvuftaki rabıta asıl, değil vesiledir. Bu da zaten şeyh ve mürit tarafın-dan bilinir. Ben bu konuda rabıtayı kabul etmeyenlere cevap olsun diye Suriye, Ürdün, Mısır ulemasına altı kadar mektup yazdım. Hepsi de zikri, neyfü ısbatı, rabıtayı kabul ettikleri ve bunların meşru olduklarını beyan ettiler.
Rabıta tasavvur etmektir. Cenab-ı Allah’ın dışında her şey tasavvur ve tahayyul edilebileceğinden şeyhin de tasavvuru, rabıta kurularak tahayyülü meşru görülmüştür.
Şimdi bu güzel vesileye karşı çıkanlara söylenecek şey: Allah kendilerine akıl versin, idrak ve anlayış versin.
İSLAM: Hocam rabıtanın gayr-i meşru, haram ve şirke götürücü şekilleri de oluyor mu?
M. Emin ER: Tabi. Rabıtayı maksat edinirsen, maksut bilirsen… Müritler rabıta ve tesbihatlarının sonunda ‘ilahi ente maksudi ve rızake matlubi’ derler. Ayrıca rabıta herkese yapılmaz. Büyük zatlara, Salih kişilere rabıta edilir. İstikameti, fikri, zikri, gö-rüşü bozuk olana rabıta yapılmaz. O zaman bilmeyerek rabıta yaptığı kişi yüzünden insan Allah muhafaza itikaden tehlikeye girer.
Bir de cebinde, yanında resim taşıyarak ve karşısına resim koyarak rabıta edenler var ki, bu çeşit rabıta kesinlikle haramdır. Ve insana fayda yerine zarar verir. Avamdan bazı kişiler namazda bile rabıta yapıyorlarmış bu çok tehlikelidir. Kişi namazda fatiha’yı okurken ‘iyyake na’budu ve iyyake neste’in’ dediği anda şeyhiyle rabıtalı olursa bu şirke kadar götürür, insanı. Çünkü şeyhine ibadet etmiş ve şeyhinden yardım istemiş olur. Bunlar korkunç şeylerdir. Allah muhafaza buyursun.
İmam Gazali rh.a.’in buyurduğu gibi: ‘İnsan namazda huşu’lu olabilmek için ya-nında veya arkasında şeyhini veya o yörenin en alimi, salihi kişiyi düşünürse bu caiz-dir. Çünkü onu yapmakla namazda huşu’ sağlamaktadır. Bu çeşit rabıta da, sürekli zihninde tutarak değil, yanında o zat varmışçasına düşünülerek yapılır. Kalpte tutarak değil. Yani kişi kendisini Salihler meclisindeymiş gibi düşünüyor ve onlarla birlikte Allah’a ibadet ediyormuş gibi kabul ediyor.
Hocam 1997’de aynı derginin bir sayısına yine mülakat var idi ve onu yazının sonuna eklemiştim bu 1984’teki mülakatı naklettiğinizden ötürü ne kadar teşekkür etsem azdır.
Rıhle’nin bu mülakatından sonra yukarıda da geçen ifadelerden ötürü sanki Muhammed Emin Er Hazretleri’nin; ”iki kaşın arasından ya da alnın ortasından nûr çıktığının tasavvur edilmesi” noktasındaki râbıta tarifine hoş bakmadığı anlaşılıyordu ki böyle anlayanlar olmuş ben de bu bölümün tavzîh edilmesi gerektiğini düşündüm.
Aslında ilk size müracaat edecektim ama malum cenaze akabinde bu tür tartışmalara girmek doğru olmayacaktı, aradan zaman geçsin diye beklemiştim ama siz lutfettiniz tekrar tekrar teşekkür ederim. Bunu da yayımlayacağım inşaAllah.
1997 yılında yapılan mulakat bende yok. bunu bana gönderirseniz sevinirim. Çünkü bu mülakatları yakında kitaplaştıracağız.
Hocam bizde mülakatın tamamı yok maalesef. Râbıta ile ilgili kısmı Halis Ece’nin sitesinden almıştım. Kendilerine bir ulaşalım eğer mülakatın tamamı var ise onlardan alalım size facebook yoluyla iletirim inşaAllah.
Yorum Ekleyin