Asya ve Anadolu bölgeleri, tasavvufla Yûsuf el-Hemedânî Hazretlerinin iki halifesi Abdulhâlik-i Gucdüvânî’nin yolu olan “Hâcegân” ve Ahmed Yesevî’nin yolu olan “Yeseviyye” vasıtasıyla mayalanmıştır.
Nakşibendiyye tarîkatının tarihteki ilk adı “Sıddıkiyye”dir. Hazreti Ebû Bekr’e nispetle bu şekilde anılan tarikat, Bâyezid-i Bistâmî’ye nispetle “Tayfûriyye” olarak bilinirken, ilerleyen dönemde Abdulhâlik-i Gucdüvânî Hazretlerine nispetle “Hâcegân” olarak anılmıştır. Bu isimlendirmeler, tarikattaki bir nevi “tecdîd” olarak ifade edilebilecek canlanmaya bağlı olarak gelişmiştir.
Farsça bir kelime olan “Hâcegân”, “hoca, âlim, şeyh” anlamlarına gelen “hâ-ce”nin çoğuludur. Kaynaklara bakıldığında, Hâcegân tarikatının kurulduğu asırlarda bölgedeki tüm âlimlerinin ortak vasfının “hâce” olduğu görülür. Bu tespit bize, meşrepleri farklı olsa da o devirde aynı bölgedeki meşâyihin ortak yönünün tasavvuf ve ilmi çift kanatlı olarak tahsil edip yaşamak ve öğreterek yaşatmak olduğunu anlatır.
Hâcegân’dan Nakşibendiyye’ye
Zâhir ve bâtını meczeden çift kanatlı anlayış, ilerleyen asırlarda Abdulhâlik-i Gucdüvânî Hazretlerinin ardından zamanla zayıflamışsa da ondan üveysiyet tarîkiyle feyz alan Muhammed Bahâüddîn Hazretleri tarafından yeniden canlandırılmıştır. Yûsuf Hemedânî Hazretleri tarafından belirlenen dört esasa Abdulhâlik-ı Gücdüvânî Hazretleri dört esas daha ilâve etmiştir. Bu esaslara kendi devrinde üç esas daha ekleyip on bire çıkaran Muhammed Bahâüddîn Hazretleri “Kelimât-ı Kudsiyye”yi sistematik hâle getirmiş ve hayat pratiğinde tatbikini sağlamıştır. Bu icraatı Muhammed Bahâüddîn Hazretlerini “Şâh-ı Nakşibend” yapan en mühim özelliktir.
Hâlidiyye’den Mahmud Efendi Hazretlerine
Mukaddes yolun tecdîdi Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinden sonra da devam etmiş, İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin “Müceddidiyye” olarak dönüştürdüğü asıl ve esaslar, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin hassas örgüsünde “Hâlidiyye” olarak parıldamıştır.
İslâm’a en büyük hizmete nâil olan bir milletin yüce dini ve mükaddesatına ait tüm değerlerinden uzaklaştığı bir dönemde Abdulhâlik-i Gücdüvânî Hazretlerinin kandilini yeniden canlandıran Mahmud Efendi Hazretleri, medrese ve tekkeyi cemeden usûlüyle, yaklaşık bin yıl önce hayat sürmüş olan o büyük velinin vasiyetini yaşayarak ve yaşatarak yeniden hatırlatmıştır:
“Oğlum, sana vasiyetim şudur: Bütün hâllerinde ilim, edeb ve takva üzere olasın. Selefin (önceki âlimlerin) eserlerini oku, izlerinden yürü. Ehl-i sünnet ve’l-cemâat çizgisinden ayrılma. Fıkıh ve hadis öğren, cahil sûfîlerden uzak dur. Namazını cemaatle kılmaya itina göster… Şöhretten uzak dur, çünkü şöhret âfettir. Herhangi bir makama göz dikme… Nâmahrem kadınlarla, cahil insanlarla ülfet etme. Güzel seslere (musikiye) fazla kapılma; çünkü onun çoğu kalbi öldürür…”
Abdulhâlik-i Gucdüvânî Hazretlerinin vasiyetini bugünmüşçesine itinayla tatbik eden Mahmud Efendi Hazretleri, evlatlarını kendisinden sonra hassas ölçülerini muhafaza edecek kıymetli âlim ve velîlerden mahrum bırakmamıştır. Müstesna büyükler yetiştirerek cemaatine ve ümmete hediye etmiştir.
Sağlık sorunları sebebiyle onun yüce mirasını sevk ve idarî açıdan hâl-i hayatındayken devralan halifesi Hasan Efendi Hazretleri, şeyhinin hassas ölçülerini nâibi olarak ve âhirete irtihâlinin ardından da halifesi olarak muhafaza etmiştir. Tarîkatın usûl ve esaslarında, edeb ve erkânında en küçük bir değişikliğe müsaade etmemiştir.
Vâris-i Hâcegân Şeyh Ahmed Fikri Doğan (Kuddise Sirruhû)
İki büyük velînin irşâd devrinde mühim manevî vazifeler deruhte eden Ahmed Fikri (Doğan) Efendi Hazretleri de meşihate geçtiği ilk günden itibaren hocalar ve talebelerle özel olarak ilgilenmekte olup Tarîkat-ı Aliyye’nin ilim, amel ve ihlâs bütünlüğü ve ihvân bağıyla tahkimatı konusunda yüksek himmetlerini sâyebân eylemektedir. İrşâd hizmetini, Nakşibendiyye’nin alâmet-i fârikası olan Ehl-i Sünnete tam bir bağlılık, müridanı azîmetle amele ve ilim tahsiline teşvik, hafî zikre sadakat, şatahât ve şatafâttan uzak durmak, keramete iltifat etmemek ve ehl-i sünneti muhafaza esaslarına tam bir riâyetle sürdürmektedir.
Yakılan fitne ateşi sürekli harlanmasına rağmen daima sükûnet ve sühûleti tavsiye etmekte, “O öyle demiş, bu böyle demiş, hiçbir boş işle vakit harcamayacağız” diyerek Nakşibendî tarîkatının “nazar ber-kadem” esasını hatırlatarak herkesi önüne bakmaya; sağduyuya, ilim-tarîkat yolunda kendi vazifelerini en iyi şekilde îfâya çağırmaktadır.
Bu meseleler etrafında beyân ettiği yol haritası da fitne ve fitnecilere karşı tavrını ayrıntılarıyla ortaya koymaktadır:
“Yapacağımız vazifeler önümüzde belli. Şuna-buna lâf atmak gibi işlerle alâkamız yok bizim. Biz kendi vazifelerimizi yapıyoruz; ibadet, taat. Namazımızı kılıyoruz, Kur’ânlarımızı okuyoruz, dualarımızı yapıyoruz böyle devam edeceğiz inşallah.
Birbirimize karşı sevgili-saygılı olalım. Kırgınlık-dargınlık olmasın aramızda. Böylece inşallah bu badireyi atlatacağız. Talebelere çok dikkat edin. Hiç fire vermesin, daha da artsınlar. Siz devam edin, Allah’ın izniyle gerisi hep tamamlanır. Sizi yalnız bırakmazlar.
Vazifelere dikkat ediyoruz, muhafaza etmeye çalışıyoruz cemaatimizi. Hiçbir ayrılığa, sataşmaya falan böyle şeylere girişmeyin kimseyle.
Duâ ediyoruz dua bekliyoruz. Allah’ım muvaffak edecek inşallah hiç şüphemiz yok.”
İrşâd usûlü ve akseden hassasiyetleriyle kitaplarda okuduğumuz Hâcegân meşâyihini hatırlatan Fikri Efendi Hazretlerine sağlık, sıhhat ve âfiyetler, manevî evlâtlarına o büyük velînin himmet ve nazarlarından yüksek istifadeler niyâz ediyoruz.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin