Suyut’inın “El İtkan’-‘ İsimli Eserîndeki Sözleri
Allame Suyutî “el-Itkan” isimli kitabında Ibn-i Atiyye’den şunları zikretmiştir: “Bilmiş ol ki, işarı tefsir sahipleri Allah’ın kelamını ve Rasulullah (s.a.v.)’in sözlerini Arapça mânâlarla tefsir etmeleri, Allah’ın kelamını ve Rasulullah (s.a.v.)in sözlerini zahir mânâlarından çevirmek değildir. Fakat herhangi bîr şey hakkında gelmiş olan ayeti kerîmelerin Arap dilinin örf ve adetine göre delalet ettiği zahir mânâları murad edildiği halde Allah Teala’nın kalplerini açtığı kimselerin ayeti kerîmelerden ve hadisi şeriflerden anladıkları batini mânâlar vardır. Bu işarı tefsire karşı çıkanların sana: “İşâri tefsir, Allah’ın kelamını Rasulullah (s.a.v.)’in hadîslerini zahir mânâlarından çevirmektir” demeleri, bu işarı mânâları onlardan almana engel olmasın. Çünkü işarı tefsir Allah’ın kelamını ve Rasulullah (s,a.v.)’in sözlerini zahir mânâlarından çevirmek değildir. Şayet onlar: “Ayetlerin mânâları ancak bu İşâri mânâlardır” deselerdi, ayetleri ve hadîsleri zahir mânâlarından çevirmek olurdu. Halbuki onlar bunu söylemiyorlar. Bilakis ayetlerden ve hadislerden zahir mânâlarının murad edilmiş olduğunu açıklıyorlar ve kendilerine Allah tarafından ilham edilen şeyleri anladıklarını söylüyorlar.
Ben derim ki: İbn-i Atiyye’nin bu sözleri insaflı ve adaletli sözlerdir. Ibn-i Atîyye hakkı ölçüsüne koyarak ayet ve hadislerin zahir mânâları ile arif billah olan mü’minin kalbinde parlayan gizli mânâların arasını bağdaştırdı. Nitekim Hazreti Ebu Bekir Sıddık (r.a.) ile Hazreti Ömer (r.a.)’ın halinde böyleydi, buna şaşılmaz. Allah Teala hikmeti (Kur’an’ı anlama yeteneğini) dilediği kimseye verir, dilediği, kimsenin kalbine de anlayış koyar. İşte Kur’an-ı Kerim, Davut Alevhisselam ile Süleyman Aleyhisselam’a bir mesele sorulduğunu bunlardan her birinin diğerine muhalif hüküm verdiğini haber verirken: “Biz onu (meselenin hükmünü) Süleyman’a bildirdik. Bununla beraber her birine bir hüküm ve ilim verdik” (Enbiya’ Suresi: 79) buyurmuştur.
İşarı Tefsir Hakkinda Gelmiş Olan Hadisin Mânâsı
İşarı tefsir hakkında gelmiş olan: “Her ayetin zahirî ve batını ve her harfin haddi ve her haddin matla’ı vardır” hadisinin mânâsını burada açıklamamız uygun olur. Ta ki, sapık Batıniyye grubu bu hadisi şerifi batıl davalarında lehlerine delil göstererek Allah Teala’nın kelamını kendi batini yollarına göre tefsir etsinler, keyflerine ve nevalarına göre ayeti kerimelerle oynamasınlar.
el-Feryabî senediyle, et-Hasan’dan Hasan da Rasulullah (s.a.v.)’den rivayet etmiştir. Rasulullah (s.a.v.): “Her ayet için zahir ve batın vardır. Her harf için had “vardır, her had için de matla’ vardır” buyurmuştur. Taberanî îbn-i Mes’ud (r.a.)’dan rivayet etmiştir, îbn-i Mes’ud (r.a.) demiştir ki: “Şüphe yok kî, bu Kur’an’ın her harfinin muhakkak bir haddi vardır ve her haddin de bir matla’ vardır.”[1]
Allame Suyutî hadisi şerifteki ”zahir ve batın”ın mânâsı hakkında bazı görüşler zikretmiştir. Bu görüşlerin doğruya en yakın olanlarını zikredeceğiz:
Birinci görüş: Zahir ile ayetin lafzı murad edilmiştir, batın ile ayetin tefsiri murad edilmiştir.
ikinci görüş: Zahir ile İlim ehli İçin ayetlerin açık olan mânâları murad edilmiştir. Batın ile Allah Teala’nın hakikat erbabına bildirmiş, olduğu ayetlerin sırlan murad edilmiştir.
Üçüncü görüş: Allah Teala’nın geçmiş ümmetlerden ve onlara vermiş olduğu cezalardan ve belalardan bahsetmiş olduğu kıssalar vardı: Bu kıssaların zahirî o ümmetlerin helak olduğunu haber vermektedir. Bu,kıssaların batını ise gelecek nesillere öğüt vermek, onların yaptıkları kötülüklerin benzerini yapmaktan sakındırmak, aksi takdirde onların başlarına gelen felaketlerin benzerinin bunların da basma geleceğini bildirmektir.
Suyuti demiştir ki, “Bu görüşlerin doğruya en yakın olanı bu son görüştür. Hadiste geçen “had” ile helal ve haram olan hükümler murad edilmiştir. “Matla”” ile vaad (müjde) ve va’id (azabi) murad edilmiştir. Bunu İbn-i Abbas (r.a.)’ın yukarıda geçen şu hadisi teyid eder: “Şüphesiz Kur’an’ın her konusu iç içe girmiş çeşitli ilim dallarına, zahir mânâlarına ve batın mânâlarına sahiptir” bu hadisin zikri bir kaç defa geçmiştir.
İşarı Tefsirin Kabul Edilmesinin Şartları
İşari tefsir ancak şu şartların tam olarak bulunmasıyla kabul edilir:
1-Işarî tefsirin Kur’an-ı Kerim’in zahir mânâsına aykırı olmaması.
2-Kur’an-ı Kerim’in zahir mânâsı murad edilmeyip tek işari mânânın murad edilmiş olduğu İddia edilmemeli.
3-Batıniyye’nin Allah “Teala’nın: “Süleyman, (babası) Davud’a mirasçı oldu” (Neml Suresi: 16} mânâsındaki kavl-i kerimini “İmam Ali, Rasulullah (s.a.v.)’in ilmine mirasçı oldu” diye tefsir etmeleri gibi ayetin lafzının muhtemel oduğu mânâlardan uzak ve değersiz olan tefsirlerden olmamalı.
4– İşarî tefsire, şer’î ve akli bir muarızın bulunmaması.
5-İşari tefsirin insanların zihinlerini karıştırmaması.
Bu şartlar bulunmayan’ bir işari tefsir kabul edilmez ve yasak olan re’y ve nevaya göre yapılan tefsir kabilinden olur: Muvaffak kılan ve doğru yola ileten Allah Teala’dir,
Şeyh Zerkanî’nin Kıymetli Sözleri
Şeyh Muhammed Abdülaziz Zerkanî’ninde işari tefsir hakkındaki kıymetli sözlerini burada zikredelim. Onun bu söylerinde aklı olan yahut huzurlu bir kalple dinleyen kimse için tam bir hikmet ve doğru bir nasihat vardır. Zerkani -Allah ona rahmet etsin- demiştir ki: “Galiba sen de benim gibi düşünüyorsun: İnsanlardan bazıları bu işaretler ve hatıra gelenlere göre yazılmış olan tefsirleri okumaya düşkün oldular. Bu insanların zihinlerine, kitabın, sünnet (hadissin hatta bütün İslâmın ancak içe doğan ve kalbe gelen mânâların istenilen tarafa çekilerek, yorumlanmasından ibaret olduğu yerleşti. Bu dinin hayal etmekten başka birşey olmadığını, kendilerinden istenilen şeyin hayal ile birlikte “şath” yani, anlaşılmayan kelimelerden meydana gelen hiçbir faydası olmayan üstü kapalı korkunç birtakım sözler söylemek olduğunu iddia ettiler. Şeriatın emirlerine ve yasaklarına bağlı kalmadılar. Arap edebiyatının en mükemmeli olan Allah’ın kitabını ve Rasulullah (s.a.v.)’in sünnet (hadis)ini anlamak için Arapçanın kaidelerine önem vermediler. Bundan daha korkuncu bu insanlar gaye ve maksada eriştiklerini, Allah Teala ile birleşmiş olduklarından kendilerinden şer’î teklif (ibadet ve taatin kalktığını ve iddialarına göre Allah Teala ile beraber bulundukları sürece sebeplere sarılma ortamından yükselerek hakikat ehlinden olduklarını hayal ettiler ve insanlara da böyle hayal ettirdiler. Bunların bu sözleri -Allah Teala’nın bekasına yemin ederim ki- şeriatı aslından yıkmak, dini temelinden yok etmek için Batıniyye gurubunun yaptıkları binlik musibetlerdendir.
Müslüman kardeşlerimize nasihat etmek vacibdir. Onları bu tuzağa düşmekten sakındırmamız böyle karma karışık olan işarı tefsirlerden ellerini çekmelerini kendilerine bildirmemiz bize düşen bir kardeşlik vazifesidir. Çünkü bu İşarı tefsirlerin hepsi şer’î sınırlar ve kaidelerin dışında zevklerin ve hayallerin ürünleridir. Bu işari tefsirlerin çoğunda hayal ile hakikat, hak ile batıl birbirine karışmıştır. Akıllı ve zeki olan bir müslümanın bu tehlikelerden kendini uzaklaştırması ve dini ile bu şüpheli şeylerden kaçması gerekir. Müslüman’ın Önünde gül bahçeleri ve cennetler gibi kitap sünnet ve onların şeriat kanunlarına Arapça kaidelerine göre yazılmış tefsirleri ve şerhleri vardır. Nitekim Teala Hazretleri; “Siz daha hayırlı olanı, daha aşağı olanla değişmek mi istiyorsunuz?” (Bakara Suresi: 61) buyurmuştur.
Hüccetü’l-İslam Gazali’nin Sözleri
Hüccetü’i-islam Gazali -Allah Teaia ona rahmet etsin- “Ihyâ-u Ulu m i d Din” isimli” kitabında “ilimlerin lafızlarından değiştirilenler beyanında” diyor ki: Şath’a gelince, şath kelimesi ile sufilerden bazılarının ortaya çıkardığı iki sınıf sözü kasdediyoruz.
1- Allah Tealaya olan aşklarını ifade eden lüzumsuz ve zahirî amellere ihtiyaç bırakmayan vuslat iddialarıdır. Hatta bazıları Allah Teala ile birleşip aralarından perdenin kalktığını Allah Teala’yı gördüklerini ve ilahî hitaba mazhar olduklarını iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir. Onlar: “Bize Allah tarafından şöyle denildi, biz de böyle dedik” demekle, bu gibi sözleri yüzünden idam edilen Hüseyin b. Hallac-ı Mansur’a benzemeye özeniyorlar ve onun “Enel-Hak” sözünü delil gösteriyorlardı. Bu çeşit sözlerin halk tabakası üzerinde büyük zararları vardır. Hatta bu gibi sözleri söyleyenleri öldürmek Allah Teala’mn dininde on kişiyi yaşatmaktan daha efdaldir.
2- Şath’ın ikinci mânâsı anlaşılmayan kelimelerden meydana-gelen dışı süslü korkunç ve lüzumsuz sözlerdir. Bu gibi sözlerin hiçbir faydası yoktur, çünkü bu sözler kalpleri bulandırır, akılları şaşırtır, zihinleri hayrete düşürür. İbn-i Mes’ud (r.a.) demiştir ki: “Bir kimse bir cemaata anlamayacakları şekilde konuşursa, o söz cemaatta fitne uyandırır.” Hazreti Ali (k.v.) demiştir ki: “İnsanlara anlayabileceklerini söyleyin, anlayamayacaklarını söylemeyin. Allah ve Resulünün yalanlanmasını ister misiniz?” (Buharı)
Fasid Olan İşarî Tefsirden Misaller
İmam Gazali -Allah onun yerini hoş kılsın- demiştir ki: ‘Tâmmât (lüzumsuz sözler)’a şathın tarifinde anlatılanlar, katıldığı gibi, “tâmmât”ın ayrıca belli bir mânâsı da vardır. O da, şer’i sözleri anlaşılan mânâlarından alıp hiçbir faydası olmayan anlaşılmaz mânâlara nakletmektir. Böyle yapmak islâm dininde haram ve zararı çok büyüktür. Tâmmât ehlinin ayeti kerîmeleri ve hadisi şerifleri yanlış yorumlamalarından bazı misaller: “Firavn’a git çünkü o, pek azdı” (Naziat Suresi: 17) bunlar diyorlar ki: Ayeti kerimedeki “Firavn “dan maksat kalptir. Çünkü her insanın üzerine azgınlık gösteren kalbidir. “Asant (değneğini) bırak” (A’raf Suresi: 117) bu ayeti kerîmeyi “Allah Azze ve Celle’den başka dayandığın her şeyi bırak” şeklinde yorumlamışlardır. “Sahur yemeğini yiyiniz, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır” (Buhari ve Müsiim) hadisi şerifini de “Seher vakitlerinde tevbe ve İstiğfar edin” şeklinde yorumlamışlardır. Bunlara benzer pek çok yanlış yorumları vardır. Hatta Kur’an-ı Kerim’i baştan sona kadar yanlış yorumlamışlar, zahir mânâsını bırakmışlardır. İbn-i Abbas (r.a,)’dan ve diğer alimlerden nakledilen mânâlardan ayrılmışlardır. Bu yanlış yorumlarının bazılarının batıl olduğu kesin olarak anlaşılır. Mesela: “Firavn” kelimesine “kalp” mânâsı vermek gibi, çünkü Firavn görünen bir şahıs olup varlığı bize tevatür yoluyla ulaşmıştır. Diğer bazılarının da batıl olduğu zann-ı galib ile bilinir. Bu gibi yanlış yorumların hepsi haram, sapıklık ve halkın dinini bozmaktır. Tâmmât ehlinin lafızlar ile murad edilmeyen bu yanlış yorumlarını bildiği halde kabul eden kimse, Rasulullah (s.a.v.) üzerinden hadis uydurmanın caiz olduğunu kabul eden ve doğru gördüğü her meselede Resulullah (s.a.v.)’e isnad ederek hadis uyduran kimseye benzer. Resulullah (s.a.v.)’e isnad ederek hadis uydurmak zulümdür, sapıklıktır ve şu azap ve tehdit altına girmektir: “Her kim benim üzerimden kasden yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın” Hatta bu yanlış yorumlar Resulullah (s.a.v.) üzerinden hadis uydurmaktan daha fena ve daha büyük günahtır. Çünkü bu gibi yanlış yorumlar lafızlara olan itimadı sarsar ye Kur’an-ı Kerİm’den istifade ve anlama yollarım tamamen keser.”
Konunun Özeti
Yukarıda geçenlerden anlaşılmıştır ki, işarı tefsiri şeriat desteklemektedir. .Fakat işarı tefsire yanlış yorumlar karışmış insanlardan bazıları işarı tefsir hakkında Batıniye’nin yolunu tutmuşlar, alimlerin tefsir yapmak İçin koymuş oldukları şartlara riayet etmemişler, bu konuda körü körüne yürümüşlerdir. Hatta herkes Allah Teala’nın kitabı hakkında söz söylemeye uzanmış, keyfîne veya şeytanın vermiş olduğu vesveseye göre onu tefsir etmiş ve bu yapmış olduğu tefsirin işari tefsirlerden olduğunu iddia etmiştir. Halbuki bu tefsir beyinsizlik, sapıklık ve cehalettir. Çünkü bu tefsir Allah’ın kitabını bozmak, sapık olan Batıniyye yolunu tutmaktır. Kur’an’ın lafzını bozmamış olsa da mânâlarını bozmaktadır. Allah Teala’yı zikretmek isteyen bir müridin “Allah” demeye devam etmesinin zarurî olduğuna dair şu ayeti kerimeyi: “Allah de sonra bırak onları daldıkları batakta oynaya dursunlar” (En’am Suresi: 91) delil göstermesini dinledim. Bu kara cahil “Allahü” kelimesinin haberi hazfedilmiş olan bir cümle olduğunu bilmedi. Ayetin takdiri: “Allahü enzelehu” dur. “Enzelehu” cümlesinin hazfedilmiş olduğuna bu ayeti kerîmenin siyakı delalet etmektedir: “Yahudiler Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler, çünkü “Allah hiçbir insana bir şey indirmedi” dediler. De ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği o kitabı kim indirdi? Siz onu parça parça kağıtlar haline koyup (hesabınıza geleni) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin bilmediğiniz atalarınızın da bilmediği şeyler size öğretilmiştir. (Resulüm) sen “Allah” de: Sonra bırak onları daldıkları batakta oynaya-dursunlar.” (En’am Suresi: 91) Böyle yanlış yorumların misalleri çoktur. “işarı tefsir” nevinden olduğunu İddia ederek ayetlerin zahir mânâsına muhalif hak ve doğrudan uzak olarak Allah’ın kitabını tefsir eden bu gibi cahillere müslüman alimlerin “müsaade etmemeleri lazımdır. Çünkü tefsir yazmanın ölçüleri ve şartlan vardır. O halde her insanın Kur’an hakkında şahsî görüşüyle bir şey söylemesi veya kıt anlayışla ayeti kerimelerle oynaması kesinlikle caiz değildir. Şeyhü’l-İslâm Ibn-i Teymiyye doğru söyleyerek: “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” demiştir. Allah Teala hakkı söyler ve doğru yola iletir.
[1] Bu Hadis-i Şerîf ile ilgili görüşleri bir sonraki makalede aktaracağız.
İktibas: et-Tıbyan Fî Ulumi’l-Kur’ân / Muhammed Ali es-Sâbûnî (Hafazahullah)
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin