Bilmeyen yoktur memleketimizin istihbarat şeflerinin özel alanı olduğu gerçeğini ve çeşitli örgütlerin bu uğurda kurulup belli bir misyon üzere faaliyet gösterdikten sonra başka bir yöne evrilişi yahut lağvedişiyle örgülü tarihî tecrübeyi.
28 Şubat’ı getiren sürecin hazırlayıcılarından, faaliyet alanı ağırlıklı olarak memleketimizin güneydoğu bölgesi olmakla beraber Irak ile Suriye’nin kuzeyine de taşan Hizbullah adıyla anılan örgütü de herkes hatırlayacaktır. Kuruluş süreci 12 Eylül arifesinde başlayan örgüt, yapacağını yaptıktan sonra etkisini kaybedip cılız bir sese dönüşmüş, ardında Diyarbakır’dan Batman’a, Gaziantep’ten Adana ve Elazığ’a, bu meyanda batı cihetinde Manisa’ya kadar geniş bir boş alan bırakmıştı.
Kürt vurgusunun yanı sıra Sünnî özellikler taşıdığı görülen örgütün sisteme karşı sergilediği şeriatçı tavır, merkezî ve mülkî idareyle karşı karşıya gelmekten imtina eden tarikat-cemaat gruplarının aksine, aksiyoner düşünceyi benimseyenler için bir alternatif oluşturmuştu.
Bugün hemen hemen aynı düşünce ve ele silâh alma dışında aynı tavrı benimseyen yapı; bilhassa gençlerin tutunduğu ve bölgede oluşan -kısaca özetlemeye çalıştığımız- psikolojik-sosyolojik boşluğu dolduran, Alparslan Kuytul’un liderliğini yaptığı Furkan Vakfı etrafında teşekkül edip gittikçe genleşen oluşumdur. Ayrıca bahsi geçen yapılar dışında başını Cemaleddin Kaplan’ın çektiği cemaatten doğan aynı bölgedeki (Adana çevresi) boşluğun da aynı oluşum tarafından değerlendirilmekte olduğundan pekâlâ bahsedilebilir.
Bu Noktaya Nasıl Geldi?
1965 yılında Adana’nın Karataş ilçesinde doğan Kuytul, 26 yaşında Çukurova’da teknik bir bölümden diplomasını alır ve müteakiben askerlik vazifesini tamamladıktan sonra el-Ezher’de dört sene eğitim görüp mezun olur (1993-1997).
El-Ezher yıllarında Furkan Vakfı’nı kuran (1994) Kuytul, ileride yapacağı faaliyetlerin zeminini hazırlamak üzere bir de yayınevi hayata geçirir. Sohbetleri ve bilhassa aksiyoner yaklaşımlarıyla, aynı tavrı benimseyenlerin kısa sürede ilgi odağı hâline gelir. Zamanla kitlesini büyütür ve yakınlarda teravih namazının evlerde kılınması ve itikâfa evlerde girilmesi talimatlarına karşılık kitlesel eylemleriyle, asayiş açısından problem arz eden bir şahsa dönüşür.
Soru İşaretleri ve Şüpheler
24 Nisan 2017 ve 28 Ocak 2019’da desteğiyle büyüyen ve emniyeti tehdit boyutuna varan gösteriler, sebepleri açısından ciddi derecede şüphe uyandırıcıdır. Ak Parti’ye yönelik uyarılar ve yakın geçmişte çözüm sürecinin devamı konusunda yoğun ısrar, Cumhurbaşkanı’nın kaleminin kırıldığına ve itibarsızlaştıracağına dair söylemler, 15 Temmuz darbe girişimini haber aldığı sıradaki soğukkanlılığı ve durumu normal karşılar görünümü son derece kuşkulandırıcıdır. Birden çok kez tahliye ve yeniden gözaltı gibi kendisini gündemde tutmaya yarayan gelişmeler ve özellikle son tahliyesini takip eden aylarda ve birkaç gündür tamamen emniyet ve adliyeyle mücadeleye dönüşen açıklamalar, şahsı ve oluşumuyla ilgili soru işaretlerini artıran hususlardır. Gösterilerde yoğunlukla hanımların ön saflarda yer alması ve tasavvufî bir anlayışı benimsememiş olmasına rağmen, gönüllülerine destek için Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin ve meleklerin de hazır bulunduğuna yönelik ifadeleri düşündürücüdür.
Tespitteki İsabet yahut Üst Aklın Yönlendirmesi
Bu memlekette herhangi bir şahsın, köklü bir yapının devamı kimliğiyle yüksek bir manevî inayet söz konusu olmaksızın ya da bir şekilde dış destek bulunmaksızın isim sahibi olabilmesi ve kitleleri ardından sürükler bir hüviyete kavuşabilmesi pek de rastlanan bir durum değildir. Hizbullâh, Hüda Par veya diğer yapılarla organik bir bağı bulunmadığı çeşitli açıklamalarından anlaşılan Kuytul’un, mezkûr örgütlerin devamı olmayıp sadece bölgenin dinî anlayışını ve daha önce yeşermiş ve sonradan boşluğa dönüşmüş psikolojik-sosyolojik açıdan hazır temeli tek başına isabetli şekilde analiz etmiş biri olduğunu düşünmek haddinden fazla bir iyimserlik olacaktır.
Bizi en çok endişelendiren ise, kendisini her ne kadar Hanefî olarak tanımlasa da İran devrimine ilgisi ve Şia’ya müsamahası; İran ve Rusya’ya olan sempatisidir. Bölgede daha önce yerleşik bulunan –zikrettiğimiz- yapıların da İran ve Rusya ile bağlantılı şekilde hareket ettiği hatırlandığında, konuyu sadece bir tespitten ibaret görmenin doğru olmayacağı anlaşılmaktadır.
Netice olarak, bu hareketin birileri tarafından kurulmuş ya da yönlendirilmiş olduğunu tam olarak bilemesek de ileride karşılaşılması muhtemel tehlikeler hususunda çok geç olmadan herkesi dikkatli olmaya çağırmak elzemdir. Mer’i hukuk açısından bir netice elde edilememesi de hatalı tahliller sebebiyle şüphe veya sorunun yanlış yerde aranmasındandır.
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin