Mahmud Efendi Hazretlerinin, hakkında “Asrın büyüklerindendir” buyurduğu, edeb ve ahlâkını methedip örnek gösterdiği halîfesi Hasan Efendi Hazretleriyle ilgili resmî ve güvenilir kaynakların aktardığı bilgilerden derleyerek hazırladığımız malûmatı, hakikatin peşinde olan insaf sahiplerinin istifadesine sunuyoruz.
Beklenen Mehdî ve 90’lı yıllar…
İstanbul’un göbeğinde, bir avuç ihvânını zulüm bulutları ve postalların tasallutundan korurken ateşlemişti yarım asrın sonunda tüm dünyayı aydınlatacak kandilini. Konjonktüre bakıldığında, İslâm tarihinde neredeyse hiç başarılamamış bir şeydi.
Mahmud Efendi Hazretleri, hayalleri aşan gayretiyle, ilim-amel-ihlâs denkleminde kadınlı-erkekli muazzam bir hocalar ordusu kurdu. Âhir zamanda yaptığı hizmet, Nebî’nin dilinde “tecdîd” olarak ifade bulan, asırlar boyunca dinin muhâfızı olan hakikatin anlamı ve açık örneği oldu. Sancak öyle bir zirveye ulaşmıştı ki kendisinden sonra ancak Hazreti Mehdî’ye teslim edildiğinde anlam tamamlanabilir gibiydi. Hüsnüzanna bağlı beklenti öyleydi. Osmanlı Padişahları 36’da son bulduğu gibi 36’ncısı olduğu silsile de Hazreti Mehdî’den önce onunla tamamlanmalıydı.
Mahmud Efendi Hazretleri de her mürşid gibi kapısının kapanmaması için niyâz üzereydi. Gönlünde yine bu niyâzla Mültezem’de huzurda bulunduğu bir esnada kabulle müjdelendi. Bu müjdenin eseri, aradan çok geçmeden görülen bir rüya ile başlayan manevî süreç neticesinde ortaya çıktı. Padişahlar aslında 36 olmadığı gibi beklenen de öyle olmadı. Keşfin te’vîli değişti ve Mahmud Efendi Hazretlerine, (Bayram Hoca’nın ifadesiyle) yerine bir “adam ayarlaması” emredildi. Nakşibendî hilâfet usûlü üzere meşâyih ve Rasûlüllâh’a danışılınca, o “adam” Hasan Efendi oldu.
Hazreti Mehdî beklentisine dair keşif, rüya, zuhûrât ve tahmine dayalı ümitvâr söylemlerle “Halifem yok, vekillerim var” beyânlarının hepsi 2002’deki hilâfet ilânıyla hükümsüz kaldı. Buna rağmen o beyânlar üzerinden ısrarla yürütülmeye çalışılan algı, hakikat çemberini aşamadı.
Temennî ve Hakikat
Hazreti Mehdî temennisi ile 90’lar geçilip 2000’lere gelindi. Büyük Bayram Hoca rüyasında Fatih Camii’nde Enbiyâ ve meşâyihin Mahmud Efendi Hazretlerinden sonra Hasan Efendi Hazretlerini seçtiğini gördü (2002). Rüyasını anlattığında, Mahmud Efendi Hazretleri dinlemekle yetindi. Aradan 7-8 ay geçtikten sonra rüyayı tekrar anlatmasını istedi. Hatırlayamayan Bayram Hoca’ya hatırlatıp “Öyle bir rüya unutulur mu hiç!” dedikten sonra, Efendi Baba’ya müracaat edeceğini söyledi.
Efendi Baba, Peygamber Efendimiz’e arzuhâli emredince umrede nurlu huzura varıldı. Hasan Efendi ve Mustafa Efendi’nin nasbedilmesiyle, Mahmud Efendi Hazretleri’nin murâdı Nebevî tescile mazhâr oldu.
Gönlündeki güzeller 1998’de kâğıda şöyle dökülmüştü:
1998 senesiydi. Doktoru, hastalanan Mahmud Efendi Hazretlerine Çarşamba’dan biraz uzak kalmasını tavsiye edip şoförüne muhtemel durumda yapması gereken müdahaleyi öğretmişti.
Çamlıca’da bir konağa yerleşilmişti. Mahmud Efendi Hazretleri hastalanınca, şoförü doktorun tavsiyesini uygulamıştı. Kendine gelen Mahmud Efendi Hazretleri, “Vasiyet ölüm getirmez. Kalem-kâğıt getirip yaz!” buyurmuştu. Sırasıyla; Hasan Efendi, Mustafa Efendi, Hasbi Efendi ve Fikri Efendi’yi yazdırmıştı. Mahmud Efendi Hazretleri sağlığına kavuşunca kâğıt imha edilmişti.
2002 umresinden dönüldü. Mahmud Efendi Hazretleri seçkin hocalarından 8’ini çağırıp kendisinden sonra vazifenin Hasan Efendi’ye, sonrasında Mustafa Efendi’ye ait olduğu vasiyetinde bulundu ve gizlenmesini istedi. Bu tembihe rağmen şahitlerden biri sırrı yaydı. Vasiyete karşı duruşlar öyle başladı. Eski istiharecinin azlinden sonra, biraz daha duyuldu. Sonrasında 13 kişilik bir toplantıda tekrar ilân edildi (2004). Oradaki emir çok açıktı: “Benden sonra Hasan Efendi’ye bağlanacaksınız!” Meclise hem hüzün hem manevî bir hissiyat çöktü. Hasan Efendi Hazretleri tebrikleri mahviyet ve mahcubiyet içerisinde, gözyaşlarıyla kabul etti. Bu, ne vekil ne emîr ne de başvekil tayiniydi. Tarîkat-ı aliyyenin hilâfet teamülünün yerine getirilişine dair apaçık bir şahitlikti.
Engellemelere rağmen vasiyeti imlâ ve imza talebi Mahmud Efendi Hazretlerine arz edildi. “Müminlerin güzel gördüğü Allah indinde de güzeldir” buyurulunca imzalar atıldı. Vasiyeti geçersiz kılabilmek için “ikrah altında” bir video çekildi. İkrâhı sonradan şahidler de itiraf etti.
Nasipte Ne Varsa O Olacaktı
Mahmud Efendi Hazretlerinin iki vasîsinden biri olan Mustafa Efendi ne zaman duâ etse “Ya Rabbi, Efendi Hazretlerimizden sonraya bırakma, yokluğunu gösterme!” diyerek bitirirdi. Rabbimiz Teâlâ, duâsına icâbetle ömür mühletini Mahmud Efendi Hazretlerinin vefatından 3 ay önce tamamlattı.
Öncesi ve sonrasını yazmaktan âciz bırakan o gece gelip çattı. Mahmud Efendi Hazretleri -biinayetillâh- gıpta edilecek makamların fevkine erişmesinin son perdesi cismaniyetten sıyrıldı. Tasarruf, himmet ve nisbetine, mânevî evlâtlarını emanet ettiği halîfesinin nisbeti eklendi.
Hasan Efendi Hazretleri, 2005’ten itibaren fiilî riyâsetle idare ettiği cemaati, şefkat kanatlarıyla kuşatınca, 10’a bölüneceğini raporlayan çirkinler hüsrana uğradı. Lâkin topyekûn imtihandan geçildi. Dağ bilinenlerin sarsıldığı, büyük sanılanların savrulduğu çetin bir imtihan. Elindeydi imtihan eleği; ince ince eledi. Hak-hukukunu gasp edenlerin, över gözüküp kemâlâtını tenkîs edenlerin, muhafaza söylemiyle taarruz edenlerin karşısında; yalan-dolan, hile-hurda, itham-iftira hatta hıyanet dolu tezvîrât arasında 23 aya yakın bir süre mukavemet gösterdi.
Oğlu Abdullah Kılıç Hocaefendi şöyle anlatmıştı:
“Babam manevî vazifeyi üstlendikten bir müddet geçmişti. Bir akşam yatağına yatırıyordum. ‘Evlâdım, Efendi Hazretlerimiz bana çok ağır bir yük yükledi altında eziliyorum. Emr-i hâk vâki olursa ne yaparım, bu mesuliyeti nasıl yerine getireceğim. Bana yardımcı ol’ dedi.
Meseleyi Ahmet (Ustaosmanoğlu) Hocamızın beraberinde birkaç hocamıza açtım ve babamın sözlerini aktardım. Birkaç gün geçtikten sonra, münasip görülürse müsait bir zamanda gelip bu konuyu görüşmek istediklerini belirttiler. Ben de aradan biraz zaman geçmesi için bir hafta-on gün kadar bekledim. Konuyu babama açmadan önce, hocalarımıza ‘Babamla görüşeyim mi?’ diye sordum. Onlar ‘Olur’ deyince, babama gittim. ‘Müsaade ederseniz, Ahmet Hocamız beraberindeki hocalarımızla bazı önemli meseleleri istişare etmek üzere görüşmeye gelmek istiyorlar’ dedim. Şöyle durdu biraz… ‘Hilâfet meselesiyle ilgili mi gelmek istiyorlar?’ diye sordu. ‘Evet, görüşecekleri konular arasında galiba o da var’ deyince, ‘Evlâdım, o konuyla ilgili bana henüz bir malûmat, bir işaret gelmedi. Herhangi bir gelişme olduğunda size haber veririm’ dedi. Hocalarımıza aktardım. O hocalarımızdan biri dedi ki, ‘Bundan sonra bu konuyu kendisine bir daha hiç sormayalım. Kendisi bize bu konuyla ilgili haber verirse verir.’ Ondan sonra süreç ilerledi. Ortalık iyice kaynamaya başladı. Konuşmalar, kendisine ve ailesine yönelik olmadık iftiralar ve tezvîrât…”
Muhakkak ki kapanmayacağı vadedilen kapı açık kalacak, emanet sahibini bulacaktı. İsmailağa’da 60 küsûr yıl fiilen bulunmak, Mahmud Efendi Hazretlerinin usûlünü bidâyetten kemâle en iyi bilmek, sıhhatli son yıllarında yanında olmak, imamlık ve kâtipliğiyle müşerref olmuş birini…
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin