“İslâm Dünya Görüşü” açısından mevcut sistemin durumu tafsilâtıyla daha önce başka bir yazıda değerlendirildiğinden konunun bu yönüne temas edilmemiştir. Yine de, merhûm Necip Fâzıl Bey’in: “Müslüman zaten demokrasyayı aramaz ve sormaz. Zira onun, hakikati ‘tek’te bulmak yerine ‘çok’ta aramak ve ebediyen kaybetmek sistemi olduğunu bilir; aradığı şeyin de kendisinde değil, İslâm’da olduğuna inanır.” tespitini hatırda tuttuğumuzun bilinmesini isteriz.
Ak Parti’nin bölüneceği ve içinden, biri Abdullah Gül desteğiyle Ali Babacan tarafından, diğeri -net olmasa da- Ahmet Davutoğlu tarafından kurulacak iki partinin çıkacağı iddiaları en açık şekilde ortaya serilmiş durumda. Gelişmeleri hep birlikte göreceğiz!
Abdullah Gül, kimilerince çok takdir edilirken kimilerince çok eleştirildi. Ciddi derecede haksızlıklara maruz kaldı. Cumhurbaşkanıyken dahî Ak Parti vekillerinin hakaret ve tarizlerinin hedefi oldu. Şahsıyla ilgili düşüncelerim tafsilâtıyla şuracıktadır…
Ali Babacan
Ak Parti hükümetlerinde ekonomiyi yıllarca, birçok olumsuzluğa rağmen başarılı bir şekilde yönetti. Burada tabii Mehmet Şimşek faktörünü de eklemek gerekir. Babacan, mücerret bir şahıs olarak halkta karşılığı olmayan biri; lâkin geçim darlığı halkı vurmuş durumda.
Mehmet Şimşek’i de yanlarına alacak olursalar, ekonomik söylemlerle halk nazarında belki ciddi bir karşılık bulabilirler. Politik durum böyle olsa da; bu oluşum, İslâm Dünya Görüşü açısından herhangi bir ümit vaat etmemektedir. Zira her iki isim de küresel ekonomik dengeleri gözeten politikadan yanadır.
Katılım bankaları konusunda hedef belirlemişlerse de, görev yaptıkları süre içerisinde bu konu ve faiz düzeniyle mücadele konusunda tatmin edici teşebbüslerde bulunmamışlardır. Ayrıca konjonktür de, benimsedikleri denge politikasına uygun değildir. Beynelmilel durum hiç olmadığı kadar değişkendir. “Küresel gerçeklik” olarak ifade ettikleri duruma paralel politikaları, bu değişkenlik karşısında ülkemizin zaman zaman savrulmasına ve çeşitli manipülasyonlara maruz kalmasına sebebiyet verebilecektir.
Daha çok Amerikan-İngiliz tandanslı bir ekonomik politikada ısrar, Rus-Çin/Avrasya dengesini kurabilme ve yeni hesaplara müdahil olma konusunda son derece problemli, hatta ayakbağı bir tercihtir. Son dönemde saf dışı bırakılmaları ve damadın görevlendirilmesi de bu arka plâna dayanmaktadır.
Partide yer alacağı iddia edilen diğer şahıslardan Beşir Atalay, Ak Parti hükümetlerinin geçmişte yaptığı hataların pek çoğu üzerine yüklendiğinden, milletteki karşılığını fazlasıyla yitirmiş durumdadır. Hakeza Sadullah Ergin‘in durumu da ondan farklı değil; hatta daha kötü olduğu da söylenebilir. Özellikle FETÖ sebebiyle fena yıpratılan ve Suriyeli mülteciler konusunda özellikle hedef gösterilmiş olan biri. Kurulda yer alacağı iddia edilen Fehmi Koru ve Ertuğrul Günay ise, milletimizin yeni dönemde iradesini teslim etmeyeceği kadar gölgede kalmış isimlerdir. Haşim Kılıç, Cumhurbaşkanı adaylığına heveslendiği dönemde toplum nazarındaki varlığını tamamen yitirmiştir.
Zikrettiğimiz isimler her ne kadar yıpranmış olsalar da, bizim milletimiz cidden unutkandır. Biraz medyatik güzellemelerle halk nazarındaki mevkilerini tekrar kazanmaları düşük de olsa, bir ihtimal olarak değerlendirilebilir.
Prof. Dr. Adnan Menderes
Ali Babacan’ın liderlik vasfı açısından zayıflığı sebebiyle, kurulacak olan partinin genel başkanlığı için merhum Başbakan Adnan Menderes’in aynı adı taşıyan torunu Prof. Dr. Adnan Menderes‘in adı geçmektedir. Sadece soyismin bir şey ifade etmediği, ismi dahî aynı olsa bile bu durumun tek başına bir tercih sebebi olmadığı, geçmiş liderlerin çocuk ve torunlarının siyasetteki başarısızlığı ve tercih yönünden dikkate alınmamaları noktasında çok şey anlatmaktadır. Ayrıca, tıp alanında uzman olan birinin bugüne dek siyasette “liderlik” pozisyonunda ciddi bir mevkie gelmediği vakıası da bir başka mühim göstergedir.
Ahmet Davutoğlu
Hocamızdır! Belki de hiç kimsenin kalmadığı kadar büyük haksızlıklara maruz kalmış, talihsizce hedef gösterilmiştir. Dünya görüşü ve ümmet şuuru sağlam, Ehl-i Sünnet hassasiyeti ve hamiyet-i diniyesi güçlüdür; lâkin politik anlayışı teorik olup pratikten uzaktır.
Geniş kesime yönelik hoş hitabının muhatabı toplum onun kadar iyi, kaliteli ve seviyeli değil; genel itibarıyla kindar, garezkâr, düşman ve kirli bir toplumdur. O ne kadar sevecen yaklaşırsa yaklaşsın, belli bir kesim tarafından “Neo-Osmanlı”cı görülüp daima düşman bellenecektir.
Dolayısıyla, bu yaklaşımıyla yapacağı şeyler, 7 Haziran sonrası sergilediği iyi niyet, gayret ve özverisi gibi maatteessüf karşılıksız kalacaktır. Sinyallerini verdiği gibi, Ak Parti içerisinde kalarak sürdüreceği mücadele hem kendisi hem de gelecek açısından faydalı olacaktır.
Siyasî anlayışı, İslâm Dünya Görüşü açısından karşılıksızdır. Çünkü toplumun ne buna uygun bir alt yapısı, ne de birikimi ve seviyesi vardır. Kısacası, muhtemel yeni oluşumların bize zaman kaybettirmekten başka bir getirisi olmayacaktır.
Uzlaşma Mümkün Olabilir mi?
Gerek Gül, gerekse Davutoğlu ekibinin açıklamaları iyi incelendiğinde, parlamenter sisteme dönüş konusunda ısrarcı olmadıkları, Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda parti genel başkanı olmaması konusunda ise ısrarcı oldukları anlaşılmaktadır. Bu durum, Cumhurbaşkanı’na ait olan bazı yetkilerin meclise devredilmesiyle, rejim ile ilgili sorunların çözümlenebileceğini göstermektedir. Adalet reformu, ekonominin yeniden yapılandırılması gibi hususlar da yine müzakere ve işbirliği ile neticelendirilebilecek işlerdir. Ayrışma, aşılamayacak kadar derin görünmemektedir. Bundan sonrası şahsî ihtiras olarak pekalâ değerlendirilebilir.
Bütün bunlardan sonra; muhakkak ki, takdir ne ise o olacaktır!
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin