(Resim: Abelardus ve Heloise’nin, ölümlerinden çok sonraları bedenlerinin yan yana getirildiği anıt mezara aittir.)
Abelardus, 1079’da bir şövalyenin oğlu olarak doğar, 1142’de ölür. Şövalye oğlu olması hasebiyle, asker ya da devlet adamı olması yönündeki baskılara karşılık o, düşünce dünyasına yoğunlaşanlar arasına katılmak ister ve katılır da! Biz onu skolastik dönemin tümeller sorununa çözüm getiren ve diyalektiğin özgün kullanımı noktasında çığır açan filozof olarak tanırız. O, saymış olduğumuz özelliklerinin yanı sıra şiirleri ve Rahibe Heloise ile yaşamış olduğu aşkla, düşünce tarihinin üzerine bir de aşk tarihine damgasını vurur…
‘Felaketler Tarihi / Bir mutsuzluk Öyküsü’ olur en meşhur eserinin adı. Helosie ile yaşayamadığı aşkı onu böyle bir mutsuzluğa ve felakete sürüklemiştir. Onların felaketinin tarihe geçen diğer âşıklardan farkı, kavuşamamaya, ayrılığa bağlı bir mutsuzluk değil, kavuştuktan sonra başlarına gelen bir dizi hadiselerdir…
Heloise, bilge adam Abelard’ın onlarca öğrencisinden biridir fakat zekası ve birikimiyle onun dikkatini celbetmeyi başarır. İş, özel ders vermeye kadar gider. Yeğeni Heloise’nin vasisi Fulbert’in ,aşkı farketmesi ve en mühimi de bu birliktelikten Heloise’nin hamile kaldığını öğrenmesi işin boyutunu değiştirir. Fulbert, vasisi olduğu Heloise’nin dayısı değildir kimilerine göre. Birlikteliğe karşı çıkışı da gün gibi aşikâr etmiştir Heloise’de gözü olduğunu. Astrolabe’dir doğan çocuğun ismi (felsefe Tarihi öğrencisi olarak, muhtemel bir filozoftan kurtulmuş olduğumuzdan bu işe sevinsek mi yoksa bir yavrucağın akıbetine üzülsek mi bilinmez) fakat kendisi hakkında herhangi bir bilgi ya da haber ulaşmış değildir bizlere, bilinememiştir ahvali ve akıbeti…
Bu vetireyle birlikte, ayrılığa icbar olurlar. Netice Abelardus’un hadım olmasına ve kitaplarının yakılmasına, Heloise’nin ise zorunlu bir hapis hayatına duçar olmasına kadar varır. Güya habersiz bir şekilde uzaktan uzağa takip ederler birbirlerini. Sonra, bir dönem sekteye uğramış mektuplaşmalar yeniden devam eder. Felaketler yumağına bir başkaldırı, acıya karşı, sızıya karşı aksülameldir bu mektuplaşmalar…
Son mektuplaşmalarla bu felaketler serencamı da son bulur. Önce Abelardus ölür manastırda, isteği gereği sığınağa gömülür, Heloise Abelardus’un cansız bedenini gömülü olduğu yerden vazifesini ifa ettiği sığınağın altına naklettirir. Daha sonra da Heloise ölür ve sığınağın altında böylece buluşuverirler. Sonunda cansız bedenleri bir anıt mezarla birlikte asırlar sonrasına kadar bir aşk merkezi olarak hep canlı, hep dipdiri öylece kalır…
Âşıklar şehri Paris’in bu özelliğine, söz konusu anıt mezarı da eklemek yerinde olacaktır belki de… Mektuplar da yayınlanmıştır, mektuplardan yola çıkılarak hazırlanmış bazı kitaplar da… Ronald Duncan bu mektupları birleştirerek dramayı bir tiyatro metni olarak başarıyla işler ve konuyla ilgili olanlar arasında en çok rağbet gören çalışma da bu olur. Söz konusu çalışma Zeynep Avcı tarafından 1996 senesinde Türkçemize kazandırılır. Hikâyenin sadece özetinin tesiriyle, kimileri tarafından; ‘’ölmeden önce yapılacak işler’’ listesinde yer verilen bu kitabı okuma işi, bayrama müteakip yaz tatilimde yapacağım işlerden birisi olmuştur benim için…
3 Temmuz 2015 Cuma, 11:49 UTC+03
Yorum Yazın
Yorum Ekleyin